40 YIL SONRA 12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ-4

0
299
40 YIL SONRA 12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ-4
40 YIL SONRA 12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ-4

MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında 220 kişinin idamı, 367 kişi için de muhtelif ağır cezalar istenmektedir. Türk tarihinde hiçbir savcı bu kadar idam cezası talebinde bulunmamış, bu kadar mesnetsiz suçlamalarla bu derece sorumsuz iddianame tanzim etmemiştir.

İkinci Dünya Harbi’nin savaş suçları bile galiplerin mahkemelerinde yargılanırken, haklarında bu kadar ağır cezalar talep edilmemişti deniyordu.

Söz konusu iddianamede, anlaşılmaz bir pervasızlıkla kaynak belirtmeye bile gerek görülmeden bir Marksist’in eserinden satır satır alıntılar yapılmıştır. Böylelikle hukuki bir metin olma mecburiyeti bir tarafa bırakılarak ideolojik bir suçlamaya dönüşen iddianame MHP yöneticileri tarafından şiddetle eleştirildi.

Kabul etmek gerekir ki, 12 Eylül darbesini yapanlar Milliyetçi Ülkücü Hareket ile ilgili planlarını büyük ölçüde gerçekleştirdiler. Çoğu gençliğinin baharında yüzlerce Ülkücüyü aylarca, yıllarca hapis ettiler. İçeride bulunanlara insanlıkla vicdanla bağdaşmayan işkenceler uyguladılar, eziyet ettiler, sağlıklarıyla oynadılar. Birçoğunun psikolojisini bozdular, ruh dengeleri altüst ettiler. Yıllarca sonra çoğuna ceza bile vermeye gerek görmeden çıkmalarına izin verdiklerinde hapse girmeden önce ümitleri beklentileri geleceğe dair hayalleri bulunan canlı ve atak bu ülkücü gençlerin, aileleriyle birlikte yarınları karartılmış, hayalleri yıkılmıştır.

Günümüzde milliyetçi nesiller arasında yaşanmakta olan kopukluğun yer yer göze çarpan hafıza boşluğunun, temel değerlere ilişkin karmaşanın sorumlusu 12 Eylülcülerdir.

1980’lere gelindiğinde Ülkücülerin desteklediği Milliyetçi Hareket Partisi geniş kitlelerin teveccühüne mazhar olmuş, toplumun her kesiminde ve Türkiye’nin her köşesinde büyük alakalar görmeye başlamıştı. İşte dış güçler bunu hazmedemiyordu. 

12 Eylül müdahalesinin MHP’nin iktidar yürüyüşüne öldürücü bir darbe vurduğu, yerli ve milli bir hareketi 12 Eylül zulmü ile kaynağında boğmak istedikleri inkar edilmez bir hakikattir.

Dönemin MHP Genel Başkan Yardımcısı Sadi Somuncuoğlu dış güçlerin MHP ile ilgili engelleme teşebbüslerini şöyle anlatmaktadır:

“Mamak mahkemelerinin kararıyla tahliye olduktan sonra Mevki Askeri Hastanesi’nde tutuklu olan Türkeş Bey beni Harp Okulu yıllarından Kenan Evren’in ve kendisinin sınıf arkadaşı olan bir emekli Albay’a gönderdi. Kendisinden Mamak Mahkemelerinin bir an önce ve adaletle neticelenmesi için Kenan Evren’le görüşmesini istemiştik. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi öncesi Türkiye’sinin birçok meselesini de sohbet etme imkânımız oldu.

-Albay bana: “Sizinle ilgili karar 15 Nisan 1978’deki Büyük Yürüyüş’ten sonra verildi” dedi. Kastedilen büyük yürüyüş de CHP iktidarının her türlü zulüm ve haksızlıklarına ve CHP’nin himaye ettiği aşırı solcu devrimci grupların Ülkücülere yönelik kanlı saldırılarına karşı kararlı bir duruş sergilenerek 1 milyona yakın insan Ankara’da yürümüştü. 

Emekli Albay’ın bu sözleri bile devletin içindeki bir takım karanlık odakların ve dış güçlerin Milliyetçi Hareket’in geniş kitlelerin teveccühüne mazhar olmasından nasıl rahatsız olduklarının bir göstergesidir.”  12 Eylül’den sonra dönemin Kara Kuvvetli Komutanı Milli Güvenlik Konseyi üyesi Orgeneral Nurettin Ersin’in halen İzmir’de yaşayan yeğeni Ülkücü elektrik yüksek mühendisi Yücel Ünlüönen, merhum Yılmaz Saka ve bir grup Ülkücü arkadaşımız Türkeş’in Harp Okulu’ndan da sınıf arkadaşı olan Nurettin Ersin’i ziyarete giderler. Mamak’daki haksız yargılamaların son bulmasını Türkeş ve Ülkücülerin bir an önce tahliye edilmesi konusunda yardım ve desteğini isterler. Nurettin Ersin’in cevabı çok çarpıcıdır: “Türkeş bize ihanet etti, Hacc’a bile gitti”. Bu sözler darbeci generallerin, Ülkücü Milliyetçi Hareket’in her geçen gün biraz daha Türk-İslam Ülküsü diye ifade edilen bir fikri muhtevayı kazanmış olmasından ve Türk milletinin geniş desteğine mazhar olmasından nasıl rahatsızlık duyduklarının ifadesidir.

12 Eylül askeri darbesinden hemen sonra beyanat veren ABD Büyükelçisi “Türkiye’nin Alparslan Türkeş’e teslim edilmediği” için adeta zil çalıp oynadığını açık açık söyleyebilmiştir. Cumhuriyet gazetesinde Ufuk Güldemir 30 Aralık 1984, 3 Ocak 1985 tarihli sayılarında 12 Eylül döneminin ABD Büyükelçisi Jamies Spain ile uzun bir röportaj yayınlıyor. Bu uzun röportajda Jamies Spain’in en çarpıcı ifadeleri şunlardır:

“Bana sorarsanız Siyaset Bilimi açısından askeri yönetim altındaki Türkiye ile Ecevit’in Türkiye’si ya da Demirel’in Türkiye’si arasında pek fark yoktu.”

“Her on yılda bir askeri müdahaleye yol açtınız, ama memleketi de Alparslan Türkeş’in eline teslim etmediniz. Türkiye’yi Kaddafiler yerine hep üç aşağı beş yukarı aynı trend (meğil, eğilim) içerisindeki liderlere yönettirdiniz.” 

Jamies Spain’in ifade ettiklerinin hiçbiri kendi şahsi düşünceleri değil. Spain ABD yönetiminin temel tercihlerine tercümanlık yapıyor. ABD Büyükelçisi siz olsanız sevinçten zil takıl oynamaz mısınız? 

ABD yönetiminde bu “Anti Türkeş tavrını” etrafa sızdıran sadece ABD Büyükelçisi ve yakın çevresi değil, Türk milliyetçiliğini saran kıskaç çok daha geniş. Bakınız, Engin Ardıç. 27 Ocak 1990 tarihli Sabah Gazetesinde neler yazıyor:

“… Bir rastlantı sonucu tanıştığım Amerikan Konsolosluğundan bir yetkili -çok büyük ihtimalle CIA Görevlisi- bir genç balık pazarında iki yudum rakı ile iki dilim kalkan balığı arası bana ‘Bizi Türkiye’de darbe yaptırdık diye suçluyorsunuz Engin Bey ama bakın iktidarı Alparslan Türkeş ve adamlarına bırakmadık işte’ demişti. Doğrusu açık konuşuyordu herifçioğlu.”

Yazımızın başlarında da bahsetmiştik yeri gelmişken 1980’lerden 20 yıl geriye yine “bir başka darbeye” dönelim. 27 Mayıs 1960’da “Bir Albay” Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığının ta içinde – en gizli bölümlerinde- görev yapan “Amerikalı istihbarat elemanlarını” bakanlıktan kovduktan birkaç ay sonra 13 Kasım 1960’da “ ülkesinden uzaklaştırıldı.” 

“Amerikan yüksek menfaatlerine zarar verdiği için” ülkesinden uzaklaştırılan bu “Albay’ın” adının “Alparslan Türkeş” olduğunu, Türkiye de bilen kaç kişi var? 

ABD’nin Sovyetlere karşı olduğu Alparslan Türkeş’in de Sovyetlere karşı olduğu, dolayısı ile Türkeş’in ABD taraftarı olduğu propagandası uzun yıllar zihinleri kirletmiştir. Bu büyük yalana en çarpıcı cevabı, değerli ilim adamı  Prof. Dr. Mehmet Akif Okur 2014 senesinde ABD’nin Maryland eyaletinde bulunan Amerikan ulusal arşivlerin (NARA) de uzun ve yoğun yapmış olduğu çalışmaların neticesinde 27 Mayıs 1960 darbesinden 12 Eylül 1980’e kadar olan zaman dilimini kapsayan Amerikan belgelerinde (bu çalışmaya halen Türk Ocakları Genel Merkezi’nin internet sitesinden ulaşılabilir) şu gerçekleri bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır:

“Soğuk savaş yıllarında, Alparslan Türkeş, ABD’nin Türkiye de kendisine en uzak hissettiği isimler arasında yer alıyordu. Türkeş’in Sovyetler karşısındaki refleksleri de ABD’nin söz konusu tutumunda herhangi bir değişiklik meydana getirmemiştir. Bu tablo, bir kuşağın kafasını kurcalayan pek çok soruyu üzerine fazla söz söylenmesine bırakmayacak biçimde cevaplayacak niteliktedir:

Ülkücü Hareket, hatası ve sevabı ile büyük mücadelesini ayaklarını yalnızca bu topraklara basarak verdi.” 

“Acaba Türkiye’nin fırtınalı yıllarına ve bugünlerine baktığımızda, hakkında aynı cümleyi kurabileceğimiz başka bir büyük siyasi gelenek var mı?” 

Bu son iki cümleyi özellikle 19 sene önce ABD’den icazet ve yol haritası alarak Türkiye’de siyaset yapan iktidar çevrelerinin arkasına -sözde bir “milli beka” aslında şahsi siyasi gelecek endişesiyle- takılıp Ülkücü milliyetçi hareketin uzun yıllardır özlemini duyduğu ve bu uğurda çok büyük bedeller ödediği iktidar yürüyüşüne en büyük engeli koyan Dr. Devlet Bahçeli ve kadrosunun -bugünkü MHP bünyesindeki çok samimi bazı Ülkücüleri tenzih ediyorum- dönüp tekrar tekrar okumasını temenni ederim.        

Devam edeceğiz…

“12 Eylül’ün Gelecek Nesiller Üzerindeki Tahribatı veya Gençliğim Eyvah”

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz