Mustafa Kafalı Ağabey’imi, 1971 yılı Mart veya Nisan ayında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ndeki odasında tanımıştım.
Şakaklarına yeni kırlar düşen, başı göklere değecek kadar heybetli bir insandı. Bu heybetli görüntüsünün arkasında “bir serçenin öksürüğünden bile müteessir olacak kadar merhamet ve sevgi dolu bir yüreğe sahip olduğunu, her karşılaşmamızda bizleri ağabey şefkatiyle bağrına basarken hissediyorduk.”
Ağabeyimizin muhterem eşi, Ülkücülerin ablası Dr. Sevgi Kafalı’yla da aynı fakültedeki odasında tanışmıştık. Sevgi Abla da eşi gibi sıkı, tavizsiz, şuurlu bir Türk Milliyetçisiydi.
1971 Eylül’ünden itibaren yüksek öğrenimime başladığım Bursa’da uzun yıllar bu değerli hocalarımızı bilgi şölenlerine, sohbetlere davet ederek yüksek fikirlerinden istifade etme imkânımız olmuştu.
Mustafa Kafalı Ağabey’le 1975’te başlayıp 1985 Temmuz’una kadar devam eden cezaevi yıllarımda da irtibatımız hiç kesilmedi.
Muhterem eşi ve kendisi, insanlık meziyetinin en önemli hususiyetlerinden olan vefa duygusuyla bizleri hep takip etmişlerdi.
Merdin dayanıp namerdin kaçtığı 12 Eylül döneminin zulüm günlerinde Mustafa Ağabey ve Sevgi Abla ile başta merhum Galip Erdem Ağabey, merhum Ayvaz Gökdemir, merhum Ali Güngör olmak üzere bir avuç yürekli ülkücü kolları sıvayıp her türlü tutuklanma, tehlike ve tehditlere de boyun eğmeyerek başta Yeni Düşünce, Sözcü, Bakış, Doğuş, Töre, Hamle dergileri olmak üzere, muhtelif gazete ve mecmualardaki cesaretli yazılarıyla, mektuplarıyla 12 Eylül cellatlarının zulmüne uğramış, cezaevlerinde çile dolduranlara ve -hareketin lider kadrosunun tamamına yakını ya tutuklu ya da kaçak durumda olduğu için- başsız, şaşkın, çaresiz kalmış ülkücü-milliyetçi camiaya manevi güç kaynağı olmuş, onların mücadele azim ve heyecanlarını canlı tutmuşlardı.
Cennetmekân Mustafa Kafalı Hoca aynı zamanda bizim aile büyüğümüzdür. 1986 Mart ayında Ankara’da değerli kayınbiraderim M. Sami Uzun Bey’in Keçiören’deki evinde eşim Selvinaz Hanım’la nişan yüzüklerimizi Mustafa Kafalı Hocam taktığı gibi 1986 yılı 29 Haziran’ında Ankara’da yapılan düğünümüzde de eşi Sevgi Abla’mızla beraber şeref misafirlerimizdendi.
Yirmi dört sene sonra 3 Temmuz 2010 tarihinde Ankara’daki evimizde bu defa sevgili evlatlarımız Hatice Hilal’le Halil Alptuğ’un nişan yüzüklerini de talebimizi geri çevirmeyerek -ve önceden kararlaştırdığı seyahatini sırf hatırımız için erteleyerek- Mustafa Kafalı Hocam takmıştı. Evlâtlarımızın 25 Haziran 2011 tarihindeki düğünlerinde de Sevgi ablamızla beraber yine şeref misafirlerimizdendiler.
Mustafa Kafalı Hocam, sadece bizim aile büyüğümüz değil: yaşı, ilmi, insani meziyetleri bir ömür boyu Türk milliyetçiliği davasına yaptığı büyük hizmetleri, feragat ve fedakarlıklarıyla bütün bir milliyetçi camianın da aile büyüğüydüler. Sayıları onlarla değil yüzlerle ifade edilecek arkadaşlarımız aile yuvalarını kurarken ya dünür başı olarak gitmişler ya nişan yüzüklerini takmışlar veya nikah şahitleri olmuşlardır.
Esasen 1970’li yıllarda da Kafalı Hocaların evleri ocakları herhangi bir aile yuvası olmasının ötesinde Ülkücü milliyetçi gençlerin manevi destek aldıkları, fikir ve nasihatlerini dinledikleri, karınlarını doyurdukları, o sıkıntılı günlerde en çok muhtaç oldukları ağabey, abla şefkatine muhatap oldukları bir büyük aile yuvasıydı.
Dini bayramlarda, mübarek gecelerde ve sair zamanlarda sık sık telefonla arayıp hatır sorduğum, Gazi Üniversitesi Hastanesi’nde tedavi altında iken, kendisini ve devlethanesini her vesileyle ziyaret ettiğim ve o müstesna insanın dostluğuna, itimadına muhatap olduğum için kendimi çok şanslı sayıyorum. Ona karşı bu vazifelerimi yerine getirmeye çalıştığım için kendimi bahtiyar addediyor ve şükrediyorum. Aksi olsaydı ömür boyu vicdan azabından kurtulamazdım. Zira “vefası olmayanın imanı da eksiktir” denilmiştir.
MÜSTESNA BİR AİLE BÜYÜĞÜ
Kafalı Hoca’nın her faniye nasip olmayacak bir başka insani meziyeti de biricik evlatları Dr. Ertuğrul Kafalı’nın kızları Sevgi Gökçe ve Canan Göksu’ya uzun yıllar hem dedelik hem babalık yapmalarıdır. Kendileri kira evinde otururken, aynı binada, aynı büyüklükteki bir daireyi satin alıp gelini ve torunlarına tahsis edecek kadar gani gönüllüydü.
Sevgi Abla’nın sevgili kardeşleri merhum Mehmet Akif Çöktü ve merhume Doç. Dr. Güzin Tural bacımıza ilk gençlik yıllarından itibaren adeta babalık yaparak çok iyi yetişmeleri konusunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştı.
Merhum Mehmet Akif’in 12 Eylül sonrası uzun yıllar devam eden yurt dışı kaçaklık günlerinde ve Türkiye’ye döndükten sonraki hayatından -genç yaşta vefat edinceye kadar- her türlü desteğini devam ettirdiği gibi, Mehmet Akif’in çocuk yaşta yetim kalan evlatları Alparslan Niyazi ve Almıla’yı da şefkatli kanatları altına alarak öz dedeleri gibi şefkat ve himayesini esirgememişti.
Yine genç yaşta vefat eden Doç. Dr. Güzin Tural bacımızın geride bıraktığı biricik evladı Ece’yi Sevgi Abla’yla beraber himayesine alarak onu kendi evlatlarından ayırmayıp en güzel şekilde yetiştirmesi ve evlenip yuva kuruncaya kadar himayelerini devam ettirmeleri yine unutulmayacak âli cenaplıklarındandır.
Bu insanlar hayatları boyunca sadece kendi yakınlarına ve Türkiye’deki genç ülküdaşlarına değil, adeta Türk Dünyası’nın bütün öksüz ve yetimlerine de kucak açmışlardı. Bunlardan sadece Güney Azerbaycan Milli Azadlık Cephesi Sözcüsü Mehsa Mehdili’nin sözlerine kulak verirsek bu tespitimizin ne kadar isabetli olduğu görülecektir;
“İran sınırları içerisinde yaşayan 30 milyon Güney Azerbaycan Türkünün verdiği ‘özüne dönüş’ mücadelesinin küçük bir askeri olarak yaşadığım büyük sıkıntılar nedeniyle İran’dan çıkıp Ankara’ya gelmiştim. Kimseye yüklenmeden kendim vatan sevdasını tüm hücrelerimle yaşamalıydım. İran’dan çıktıktan sonra Türkiye’de kalma mecburiyeti günlerimde Avrupa ve Amerika’ya da gitmek istemiyordum. Ankara, adı gelince gururlandığımız Türkiye’mizin başkenti, bana gurbetim, bana sürgünlüğüm, bana yalnızlığıma dönüşmüştü. Dönmek tutuklanmayı göze almak, kalmak ise belirsizlik idi. Tam bu esnada iki büyük, ama çok büyük insanla tanışma şansım oldu. Mustafa Kafalı Hocam ve Sevgi Çöktü Kafalı Hocam. Bu insanlarla tanışmak bana göre inandıklarım için direndiğim tüm zorlukların karşılığında Türkiye’min Güney Azerbaycanlı bir kızına verdiği bir ödül idi.
Ben Mustafa ve Sevgi Hocamla tanıştığımda elimde olan beni tanıtan tek senedim yaptığım küçük işlerdi ve hiç de cazip bir karakter değildim. Ama onlar beni bu halimle bağırlarına bastılar. Bana evlerinde oda ayırdılar. “Sıkma kendini kızım. Güney Azerbaycan davası bizim davamızdır.” dediler. Aylarca ama aylarca benim evim, yuvam ve sığınacağım ve o günlerden beri ömürlük limanım oldular. Hem de en zor günlerimde beni Güney Azerbaycan’dan gelmiş bir misafir kimi değil Güney Azerbaycanlı kızları kimi gördüler. Onlar bana o kadar güvendiler ki ben bir idim, milyon oldum. Benim her sabah, her kahvaltı sofrasında Mustafa Hocamı dinleme şansım oldu. Türkiye’m bana en güvenilir karargahında “Öğren kızım, yaşa, dinle ve savaş kızım” demişti. Türkiye’de verilen Türkçülük ve vatan mücadelesi Türk dünyasında esir milletlerin tarihi durumu ve geleceği ve bize yani, özümüze, Türklüğümüze dair her gün Mustafa Hocamdan dersler aldım.
Ben sabırlı bir üstadın mütevazı görünüşünün arkasında şanlı Türk’ün kavgasını, vatan sevdasını ve yorulmaz iradesini Mustafa Hocamda gördüm ve yaşadım. Derya yürekli bir düşünce babasının görmezden gelinen Güney Azerbaycan’ın küçük bir evladına nasıl evini açtığını gördüm. Öğrendim ki ülkücülük kameraları görünce bozkurt işareti yaparak poz vermek değil, ülkücülük; adı, izi tanınmayan bir vatan askeriyle sofranı ve ekmeğini bile paylaşabilecek kadar gönlü açık ve vatanda vatansızlığını yaşayan bir Türk balasının vatanı olmaktır. Öğrendim ki bir vatansever evladı eğitime yöneltmek, eğitimi için çalışmak, esir Türk topluluklarının kurtuluşuna hazırlamaktır. Anladım ki iddialar ve büyük sevdaların bedeli büyüktür. Biz delileri büyüten derya yürekli velilerimizdir ancak.
Ben Mustafa Hocamdan öğrendim ki bilgi eğer vatan sevgisiyle yoğrulmazsa kısır kalır ve aynı derecede vatan sevgisi bilim ve bilgiyle silahlanırsa bizi, biz kurtarabileceğiz. Ben gördüm ve öğrendim ki büyüklerimiz bizim geleceğe doğru yürüdüğümüz yolda beyin ve kalbimizin gücüdürler. Anladım ki çoğu insan akademik yüksek tahsil alabilir, çoğu insan büyük iddialarda bulunabilir ama her insan nesilleri aynı davada birleştirebilecek kadar vatan sevgisini bunca mütevazı ve muhteşem yaşayabilemez. Çünkü Kafalı Hocalarımız tarih bilgisinde üstad oldukları kadar vatan sevgisinin de üstadıdırlar…”
(Devam Edeceğiz…)