Mustafa Kafalı Hocamın mücadele anlayışındaki temel düsturu: “Biz siyasetin değil, davamızın emrindeyiz.”dir.
Öğrencilerine daima bilimin ve ilimin pozitif alanlar kadar siyaset ve düşünce sahasında da önemli ve gerekli olduğunu anlatırdı.
Kafalı Hoca bir dava adamı olarak inandıklarını dile getirirken siyaset ile arasına mesafe koymasını da bilmişti. “Bu sebepledir ki, günlük politika ve benzeri işlerin hiçbirisi hayatı boyunca Mustafa Kafalı Hocamızı ilgilendirmedi. O hiçbir zaman birilerine dalkavukluk yapıp, meclise kapağı atmayı düşünmedi. Buna tenezzül etmedi. Meclis’te kurşun asker rolü ona göre bir şey değildi. Hayatını Türkçülük davasına adadı, çizgisinden hiç sapmadı. Doğru bildiği ne varsa her yerde söylemeye devam etti.
Hoca, Allah rızasını kazanmak dışında hiçbir endişe taşımadan faydalı olmak isteyenlerdendi.”
1975 kısmi senato seçimlerinde merhum Türkeş Beyin ısrarlı isteği üzerine İstanbul’dan senatör adayı olmak için müracaat eder. Akabinde hemen Ankara’ya gelip MHP Genel Merkezi’nde seçim komitesine şöyle der: “Aman ha! Beni birinci sıraya, seçilecek bir yere yazmayın. Ben üniversiteden, ilim dünyasından kopmak istemiyorum.”
Gerek Sevgi Abladan gerekse diğer yakın dostlarından aldığım bilgilere göre de Türkeş Bey 12 Eylül’den sonra tutukluyken, avukatları Emekli Hakim Albay Kaya Alpkartal ve Sırrı Erkuş Beyler vasıtasıyla Kafalı Hocaya Muhafazakar Parti’nin başına geçmesi için haber gönderir. Hoca cevaben ‘O Başbuğ’dur. Ne derse yaparız. Ama Başbuğ tutukluyken onun koltuğuna oturmayı kabul edemem. Müsaade etsin ben üniversitede Türk milliyetçisi gençler yetiştirmeye devam edeyim.’ demiştir.
Türkeş Bey, Nisan 1985’te cezaevinden çıktığında Kafalı Hocaya gerek kendisi bizzat gerek Akkan Suver vasıtasıyla Milliyetçi Çalışma Partisi’nin genel başkanlığına gelmesi teklif ve ısrar edilir. Hoca yine nezaketle bu teklifi geri çevirerek: “Sen başbuğsun, ben de hocayım, senin danışmanınım. Böyle kalsak daha iyi olur. Ayrıca ümit ediyorum ki siyasi yasaklarınız yakında kalkacak ve partinin başına geçeceksiniz.’ der. Bunu duyan herkes ‘bu çağda hâlâ böyle insanlar var mı’ diye şaşkınlıklarını belirtir.
Kafalı Hocanın öğrencilerinden Prof. Dr. Altan Çetin Bey: “Bir sohbetinde Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü ve O’nun öğrencisi ve Kafalı Hocamızın da hocası olan Prof. Dr. Osman Turan’ın siyasete girmek suretiyle en verimli çağlarında ilim hayatından uzak kalmalarının Türk tarihçiliği ve ilim hayatı için büyük bir kayıp olduğunu, daha sonraki yıllarda Osman Turan Hocanın da kendisine Fuad Köprülü’yü örnek göstererek siyasete mesafe koyması hususunu hatırlatmıştı. Bu sebeple kendisinin siyasete mesafeli kaldığını söylemiş, biz öğrencilerine de -milletimize daha büyük hizmetler yapabilmemiz için- ilim hayatında başarılı olmamızı tavsiye etmişti.” demektedir.
Yıllar önce Prof. Dr. Osman Turan siyasete atılma kararı verdiğinde Kafalı Hocanın onu vazgeçirmeye çalışması, ilim adamlığını siyasetten daha makbul gördüğünü ortaya koyar.
Bazı insanların yeri doldurulamaz derler ya, Mustafa Kafalı Hoca da gerçekten öyledir. İlim adamlığı, cemiyet adamlığı, dava adamlığı ile acunda öyle bir yer işgal ediyor ki…
Ondan sonra o yer gök kubbede hoş bir seda olacak.”
Prof. Dr. Selahattin Özçelik: “Kafalı Hoca bilim adamlarının aktif siyaset içinde yer almamalarını, en azından bizim siyasi çekişmelerin dışında kalmamızı ve gençlere mutlaka bilimsel anlayış ve düşüncenin verilmesi gerektiğini söyledi.” demektedir.
Kafalı Hocanın önüne serilen fırsatlar başkasına sunulsaydı ne olurdu acaba diye düşünürken onun bunları nasıl elinin tersiyle bir kenara iterek ‘durduğu yeri’ belli ettiğini anladığınızda, koca çınarın önünde saygıyla eğilmekten başka bir şey yapamıyordunuz.
Uzun yıllar rahle-i tedrisinden geçtiği merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın:
“Siyasette muhabbet hepsi yalan palavra
Doğru sözü ‘Kül Tigin’ Kitabesinde ara!”
Mısraları Kafalı Hocanın siyasete bakışında ne kadar etkili olmuştur bilemeyiz.
Mustafa Öztürk: “Kafalı Hoca Mete devrinde yaşasaydı bir ordunun komutanı olurdu; Fatih devrinde yaşasaydı serdar yapılır, ülkeler fethederdi. Yaşadığı çağda kıymeti bilinmedi; bir üniversiteden ötekine dolaştırıldı, mağdur edildi ancak O, hiç eğilmedi, iktidarlara dalkavukluk yapmadı, sözünü dosdoğru söylemeye devam etti.” demektedir.
Mustafa Kafalı Hocamızın siyasete mesafeli olduğunu yazarken maksadımız siyaseti, siyaset kurumunu ve siyaseti davasının emrine amade kılan gerçek vatansever insanları kötülemek değildir. Siyaset ve siyaset kurumu milletimizin temel meselelerinin çözümü için varlığı elzem olan müesseselerdendir.
Kastımız belli bir mevki ve makama gelmek için her yolu mübah, güç merkezlerine tabasbus etmeyi marifet, davasına değil parti başkanına sadakati meziyet sayan politikacılardır.
Tenkidimiz politikayı aile fertlerini ve eş-dost-yarânı abâd edenlere ve ne bu dünyada ne ahiret yurdunda hesabını veremeyeceği kadar gayrimeşru yollardan kirli servet sahibi olanlaradır. Veya koltuğunu bırakmamak uğruna parti ve devlet kademelerinde liyakatin yerine kendisine körü körüne itaat eden üçüncü sınıf kadrolarla çalışmayı marifet sayan parti genel başkanlarınadır. Zira bilinen bir hakikat vardır ki, birinci sınıf insanlar birinci sınıf insanlarla çalışır, ikinci sınıf insanlar üçüncü sınıf insanlarla çalışır, üçüncü sınıf insanlar beşinci sınıf açılır. Gerisini siz hesap edin.
Bizim için siyaset millete hizmet yolunda bir adanmışlık duygusuyla varını yoğunu ortaya koyup gayret göstermek, mevki makamı ne olursa olsun hak ve hakikati söylemekten asla çekinmemek, gerektiğinde “kral çıplak” diyebilecek bir medeni cesarete sahip olmaktır. Bizim için siyaset bir fazilet mücadelesidir.
(Devam edeceğiz: Mustafa Kafalı Hoca ve Türk Ocakları)
Tanrının rahmetinin sonsuz
Olduğuna inanırım.Günümüzde Böyle
İlim adamlarıdan kaç kişi
Kaldığıni merak ederim,
Saygılarımla