BÜYÜK TÜRK MİLLİYETÇİSİ NİHAT ÇETİNKAYA’YI SONSUZLUĞA UĞURLARKEN-1 (Güncelleme)

0
367

“HAYDİ YİĞİT! HAYDİ YİĞİT! HAYDİ YENİ AKINA
ÜLKÜMÜZÜN ÜLKÜMÜZÜN CİHAN VARSIN FARKINA!”

       “Dikkat dikkat!! Edirnekapı Öğrenci Yurdu bu andan itibaren İstanbul Ülkü Ocakları Birliği’nin kontrolü altındadır. Bu yurtta kalan bütün öğrencilerin can ve mal güvenliği birliğimiz mensupları tarafından sağlanacaktır. Yurtta bizimle kalmak istemeyenler herhangi bir müdahaleye maruz kalmadan yurdu terk edebilirler.” 

       Tarih 1970 yılının Kasım ayının 26. günüdür. Saat 18.00’dır. Hava kararmıştır. Mikrofonda konuşan İstanbul Ülkü Ocakları Birliği Başkanı, İstanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümü öğrencisi Nihat Çetinkaya’dır. O ve sayıları iki elin parmaklarını geçmeyecek, gözü kara, serdengeçti ruhlu arkadaşları çılgınca bir hamle ile 840 kişilik bu yurdu ele geçirmişlerdir. 

       Kürşad’ın 40 yiğidiyle Çin Sarayı’nı basması gibi bir destani hikâye nasıl gerçekleşmiştir?

       1970’li yılların başında İstanbul Teknik Üniversitesi yurtları, Şehzadebaşı’ndaki Site Öğrenci Yurdu, Kumkapı’daki Kadırga Öğrenci Yurdu gibi büyük yurtlar devrimcilerin işgali veya kontrolü altındadır. Sadece Vatan Caddesi’nde yeni açılan 840 kişilik Edirnekapı Öğrenci Yurdu’nda 50-60 kadar ülkücü öğrenci pek kendilerini belli etmeden barınabilmektedir. Bazıları burada kayıtlıdır ama özellikle ülkücü bilinen öğrencilerin bir kısmı tehditlerden dolayı yurda gelememekte dışarıda başka yerlerde kalmaktadır. 

        İstanbul’daki üniversite ve yüksek okullarında okuyan Ülkücü gençlerin bir kısmı bazı şehir yurtlarında, Sarıyer’deki Orman Fakültesi yurtları ve yatılı olan Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda, Eyüp Camii’nin Külliyesi’nde yer alan medresenin İlim Yayma Cemiyeti’ne ait yurt odalarında kendilerine yer bulabilmişlerdir.

 

        Marksist Leninist ve Maocu, Tikkocu, bugünkü Pkk’nın ilk nüvesini teşkil eden Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Ala Rızgari gibi bölücü kürtçü militanların ortak amacı Türkiye’de Sovyetler Birliğine veya Kızıl Çin’e dost bir yönetimin gelmesini sağlamaktır. 

        Bu örgütler Türkiye’nin temel meselelerinin sosyalist-komünist veya maocu bir rejime geçmekle çözülebileceğini iddia etmekte ve bunlar menfur emellerini gerçekleştirmek için üniversite ve yüksekokulları işgal etmekte, devrimci olmayanlara okuma ve hayat hakkı tanınmamakta,üniversite hocaları dövülmekte, polis, asker şehit edilmekte, banka soygunları yapılmakta ve bunların hakimiyetini tanımayan milliyetçi-ülkücü gençlere amansız saldırılar düzenlenmekteydi. 

       Ankara’da İlahiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran 4 Ocak 1968’de Site öğrenci yurdunda şehit edilmiştir. 8 Haziran 1970’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Yusuf İmamoğlu kurşunlanarak şehit edilmiştir. 23 Kasım 1970’de Ankara’da Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’nda Dursun Önkuzu şehit edilmiştir.

        Ülkücü milliyetçi gençlik ise Türkiye’nin temel meselelerinin çözümünün Türk tarihinin kültür ve medeniyet birikiminin ışığında, milli tarih şuuru ve İslam imanına dört elle sarılarak yabancılaşmadan çağdaşlaşmakla mümkün olacağına inanmıştır. 

Merhum Alparslan Türkeş’in karizmatik liderliği ve merhum Dündar Taşer’in emsalsiz öğretmenliği etrafında teşkilatlanarak bir serdengeçti ruhuyla Milliyetçi Büyük Türkiye’yi inşa mücadelesinde yer almışlardır. 

      İstanbul’daki Ülkü Ocakları Birliği, faaliyet merkezi olarak Cağaloğlu’ndaki Türkiye Milli Talebe Federasyonu binasının en üst katını kullanmaktadır. 

       Eyüp Yurdu’nda kalan Vatan Mühendislik-Mimarlık Akademisi öğrencisi İsrafil Çelik ve arkadaşı İsmet Günay o yurttan ayrılıp Topkapı’da MTTB mensuplarının ağırlıkta olduğu bir yurda yerleşirler, geliş gidişlerinde yakınından geçtikleri yeni açılan Edirne Kapı Yurdu’na gıpta ile bakmaktadırlar. 

       Bir gün İsrafil Çelik, Nihat Çetinkaya’ya son ana kadar sır olarak saklanması kaydıyla bir teklifte bulunur: “Başkan, üniversite ve yüksekokullarda ve öğrenci yurtlarında Ülkücü arkadaşlarımız büyük zorluklar yaşamaktadırlar. Ne yapıp edip bir öğrenci yurdunu ele geçirmemiz lazım. Ben bu Edirne Kapı Yurdu’nu teklif ediyorum.” der. Nihat Çetinkaya duraklar, tereddüt içindedir zira kısa süre önce Şehzadebaşı’ndaki Site Öğrenci Yurdu’na benzeri bir akın gerçekleştirilmiş ama çok ağır bedeller ödenerek geri çekilmek zorunda kalınmıştır. Başkan olması sebebiyle sorumluluk kendisinde olduğu için tereddütlerinde haklıdır. 

       Günlerce düşünülür-taşınılır, Edirne Kapı Öğrenci Yurdu’nda kalan İstanbul Hukuk fakültesi öğrencisi Hayrettin Neşeli ve bir grup arkadaştan sürekli bilgiler alındıktan sonra Hayrettin Neşeli ve arkadaşları daha önce Cağaloğlundaki erkek öğrenci yurdunda kalmaktadırlar. Bir gece devrimci militanlar yurttaki bütün öğrencileri tehditle otobüslere bindirerek yeni açılan Edirnekapı erkek öğrenci yurduna götürürler. Gerekçeleri “devlet burayı ülkücülere verecekmiş onlardan erken davranıp bu yurdu ele geçirmek”. Hayrettin Neşeli itiraz edecek olur, fena halde dövüp bir odaya hapsederler. İki üç gün sonra polis marifeti ile oda hapsinden kurtarılır. Sürekli tehdit altında olmasına rağmen- sabah çok erken çıkıp, akşam çok geç gelerek- yurdu terk etmez. Can güvenliği olmadığı için sürekli silah taşımaktadır. O da sık sık gidip Nihat Çetinkaya’ya başvurmakta, ne yapıp edip bu yurdun ele geçirilmesi konusunda ısrar etmektedir.

      Nihai karar günü gelir çatar. O gün İstanbul Teknik Üniversitesi’nde devrimci öğrencilerin büyük bir toplantısı vardır, birçoğu oraya girmiştir, birçoğu da hafta sonu olması sebebiyle sinemaya, tiyatroya, kafa çekmek için meyhanelere dağılmışlardır. 

      Yurttaki devrimcilerin başkanı Hüsnü Yurttaş isimli bir üniversite öğrencisidir. Etrafında daima 15-20 silahlı militan bulunmaktadır. O gün bu militanların önemli bir kısmının da yurtta olmadığı ve Hüsnü Yurttaş’ın odasında yalnız olduğu bilgisi gelir. Edirnekapı’da kaydı olan ama orada kalmayan İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümü öğrencisi Selamet Yıldırım ocağa çağrılır. Sadece şu söylenir; Yurda gideceksin, kendini saklayacaksın, tam saat 18.00’de ana kapının orada hazır bulunacaksın. Selamet Yıldırım süratle yurda gider, koridorlarda önceden ülkücü bildiği 4-5 kişilik birkaç gruba denk gelir, onlara “Nereye gidiyorsunuz?” diye sorar, Her grup; “Sinemaya gidiyoruz, kahveye gidiyoruz” gibi değişik cevaplar verirler. Selamet Yıldırım kendisine verilen görev sebebiyle yurtta olağanüstü bir şeyler olacağını tahmin etmektedir ve arkadaşlarına “Ne sineması, ne tiyatrosu!” diye için için kızmaktadır. Hayrettin Neşeli yurttaki bütün jetonlu telefon kabinlerinin kablolarını keserek dışarıyla irtibatı engeller. 

        Akşam 18.00’e iki dakika kala yurdun ana giriş kapısına iner, o anda İstanbul Ülkü Ocakları Birliği Başkanı Nihat Çetinkaya önde olmak üzere İkinci Başkan Mehmet Kocabaş, Merhum Amasyalı Fahri Uzun, Merhum Elbistan Yapalaklı Osman Genç, Erzurumlu İsrafil Çelik, Kırşehirli diş hekimliği öğrencisi Ümit Özdemir, Orman Fakültesi öğrencisi Celal Adan, Balıkesir Ayvalıklı Acar Kardağlı, Vehbi Biçer, İrfan Aslan, İbrahim Yolcu, Yıldız Mühendislik öğrencisi Hasan Sancar (Nobel ödülü sahibi Aziz Sancar’ın kardeşi) Maraşlı Ejder İnce ve Deli Kurt diye bilinen Ahmet Fevzi Baykal,o aylarda deniz harp okulundan atılan ülkücü Nejat Köseoğlu, Doğan Yıldırım, Enver Tortaş ve isimlerini şu an hatırlayamadığım serdengeçtiler yurt binasının ana kapısından girerler ve süratle koridor ve kat girişlerini tutarlar.

         İsrafil Çelik, devrimcilerin başkanı Hüsnü Yurttaş’ın odasına dalar, o anda Hüsnü Yurttaş silahını çeker, İsrafil’in bir kafa ve yumruk darbesiyle yere düşer ve Nihat Çetinkaya yurdun yayın odasına girerek yazının başındaki kısa konuşmayı yapar. Yurt müdür yardımcısı Erdal Kapsal odasında ziyaret edilir. Resmi makamlardan sorulduğu takdirde yurttaki öğrencilerin başkanının Hayrettin Neşeli olduğunu söylemesi konusunda demokratik bir şekilde ikna edilir.

        Devrimcilerin bir kısmı yurdu terk eder. Arada direnenler olursa da bunlar bodrum kattaki ses geçirmez müzik odasında türküler dinletilerek(!) ikna edilir. Yurtta daha önceden kayıtlı olarak kalan ve olaydan önce sinemaya, tiyatroya gidiyoruz diyen gruplar da ordadır, hepsi de konuyu bilmekte fakat birbirlerine dahi söylememektedirler. Hemen ana girişin önünde toplanırlar, herkes birbirinden bu bilgiyi bir sır gibi saklamaktadır. Yurtta büyük bir sevinç yaşanmaktadır. 

       Diğer fakülte ve yüksekokul öğrencilerine, şehir yurtlarındaki ülkücü öğrencilere haber verilir, Fındıkzade’de Maraş Öğrenci Yurdu başkanı Ali Doğan ve arkadaşları, Çapa Yüksek öğretmen okulu öğrencilerinden bir grup, Trabzon Öğrenci Yurdu’ndan gençler, Yıldız Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nden Mehmet Pehlivanlı ve arkadaşları, Nevşehir öğrenci yurdundan Abdullah Kederoğlu ve arkadaşları, o saatlerde Küllük’te oturan İstanbul Ülkü Ocakları Birliği bir önceki başkanı Erol Kılıç ve arkadaşları süratle Edirnekapı Yurdu’na intikal ederler. 

       Artık İstanbul Ülkü Ocakları Birliği’nin de kontrolünde -bir müstahkem kale gibi- 840 kişilik bir öğrenci yurdu vardır. Bu yurt ileriki ay ve yıllarda İstanbul’daki Ülkücü-milliyetçi mücadelede çok önemli vazifelerin yapıldığı bir merkez olacaktır. Kısa zamanda çevreye duyurularak evlerde kalan bir kısım üniversite öğrencileri yurda yerleştirilir. Burası İstanbul’a üniversite sınavlarına hazırlık kurslarına gelen öğrenciler için de çok güvenli bir limandır. Bu yurtta kalan öğrencilerden yüzlerce ülkücü kanaat önderi yetişmiştir, üniversite sınavında başka illerdeki fakülte ve yüksekokulları tuttursalar bile bu yurtta aldıkları fikri eğitim ve yaşadıkları ülküdaşlık hukuku anlayışı ile gittikleri yerlerde önemli görevler üstlenir ve layıkıyla, başarılı bir şekilde yerine getirirler. İstanbul’daki üniversitelerden mezun olan ve Anadolu’ya dağılan ülkücü gençler vatanın en ücra köşelerinde bile ülkücü-milliyetçi mücadelenin meşalesini tutuşturur ve gönülleri fethederler. (Devam edeceğiz.)

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz