BÜYÜK TÜRK MİLLİYETÇİSİ NİHAT ÇETİNKAYA’YI SONSUZLUĞA UĞURLARKEN-4

0
344

 Türkiye’nin 12 Mart 1971 askeri muhtıra sürecine girişi ayrı bir yazı konusudur. Geçtiğimiz aylarda “Kurtarıcının Zulmü Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül 1980” başlığı altında bu köşemizde 5-6 bölüm halinde yayınladığımız yazımızda bu döneme de kısmen temas etmiştik.

Sadece şu kadarını ifade edeyim, eğer 9 Mart 1971’de Genelkurmay Başkanı Org. Memduh TAĞMAÇ ve 1. Ordu Komutanı Org. Faik TÜRÜN Paşa ve bir grup vatansever Türk subayı büyük bir kararlılıkla duruma müdahale etmemiş olsalardı- bugünün Türk ordusunun içine sızmış fetöcü unsurları gibi aynı metotlarla- Türk ordusunun değişik kademelerine nüfuz etmiş sosyalist subaylar yine bir grup aşırı solcu devrimci aydının öncülüğünde aralarına Cemal MADANOĞLU gibi profesyonel darbecileri de alarak bir gece darbesiyle Türkiye’de yönetimi ele geçireceklerdi. Sovyet Birliği’nin uzun yıllardır altyapısını hazırlayıp hayalini kurduğu “Türkiye’de Sovyetlere dost bir hükümet” kurulacak ve Allah göstermesin Türkiye bir Sovyet uydusu haline dönüşecekti. Böylece yüzlerce yıllık Rus hayali olan sıcak denizlere inme imkanı hayata geçecek ve bu taze kanla belki de Sovyetler birliği dağılmayacaktı. 

12 MART 1971 ASKERİ MUHTIRASINI İSTANBUL’DA KARŞILIYORUZ

Evet sonunda beklenen olmuş 9 Mart’ta sol sosyalist bir sivil-askeri darbenin eşiğinden dönen Türkiye 12 Mart’ta TSK’nın Süleyman DEMİREL hükümetine verdiği muhtıraya uyanmıştı.            

13 Mart 1971 Cumartesi günü İstanbul Ülkü Ocakları olarak İstanbul genelinde bir bildiri dağıtıldı. Özellikle Edirnekapı Yurdu’nda kalan arkadaşlar olarak İstanbul’un birçok semtine gruplar halinde dağıldık. Bizim grup (ben, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğrencisi Elbistanlı Hayri ELÇİ ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrencisi Kerküklü Ali Muhammed BAKIR(merhum) Çemberlitaş ve Çarşıkapı civarında bildiri dağıtıyorduk. Hatırladığım kadarıyla bildirinin son cümlesi “Büyük Türk Milleti! Ülkücü Gençliğin işaretini bekle!” idi.

 Kapalıçarşı’nın Beyazıt Meydanı’na bakan tarafında bir kendini bilmez bildirimizi yırtıp yere attı. Tabii anında Kerküklü Ali’nin zarif bir müdahalesiyle kendisi de yere düşüp yırttığı bildirileri toplamak zorunda kaldı. Daha sonra biz arkadaşlarımızla İstanbul Belediye Sarayı’ndaki toplantı salonunda yapılan “İstiklal Marşı ve Mehmet Akif” konulu toplantıya merhum Akif’in yakın dostu Mahir İZ Bey’i dinlemeye gittik. 

İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi ve Teknik Üniversite Yurtları devrimcilerinin işgalinde olduğu için Edirnekapı Yurdu’nda kalan dönemin ülkücü gençlik liderlerinden    İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü öğrencisi Merhum Hamza AKBAŞ Gümüşsuyu civarında -fakülteye derse giderken- devrimci militanlar tarafından bir arabaya atılarak kaçırılır. Belki de niyetleri öldürmektir. O arada muhtıra dolayısıyla cadde ve sokaklarda dolaşan askeri araçlardan birindeki askerler durumu fark ederek Hamza AKBAŞ’ı kurtarırlar. Hamza AKBAŞ Edirnekapı Yurdu ele geçirildikten sonra Aksaray’da bir otelde kalan 20-25 kişilik bir öğrenci grubunu ikna ederek Edirnekapı Yurdu’na yerleşmelerini sağlar. (Bu yiğit vatan evladının kısa hayat hikayesini inşallah ileriki zamanlarda müstakilen yazacağım)  

Dönemin İstanbul Ülkü Ocakları Başkan Yardımcısı Daha Sonraki Başkanı Mehmet KOCABAŞ Bey Anlatıyor:

“12 Mart muhtırasından sonra İstanbul’da sıkı yönetim ilan edildi. Sıkı Yönetim Askeri Savcılığı’ndan benim, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi İrfan ASLAN, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğrencisi Serdar TOPATAN, Tarsuslu Yener OYMAN için gözaltı kararı çıkarıldı. Biz teslim olmayacaktık hatta kısa süre önce Gemi Adamları Sendikası’nın kongresinde Feridun Şakir ÖVÜNÇ’ü devirip yerine Turan ONAT’ın başkanlığa seçilmesini sağladık. Bu sendika yoluyla isteseydik gemilerle yurtdışına kaçabilirdik. Ankara’dan Dündar TAŞER ağabeyimizin talimatıyla teslim olduk. Birinci Ordu Komutanı Org. Faik TÜRÜN Paşa’nın özel kaleminde merhum Erol GÜNGÖR hoca yedek subay olarak çalışıyordu. Onun Faik Paşa nezdinde teşebbüsleriyle Askeri Savcı Memduh Turgut AKAN birkaç günlük gözaltı kararından sonra bizi serbest bıraktı.

Esas 9 Mart Askeri Darbesine gerekçe hazırlamak üzere üniversite ve yüksek okullarımızı birer terör yuvası haline dönüştüren kanlı eylemler sergileyen marksist leninist militanlar ve onların ağababaları için Türk yargısı önünde hesap verme dönemi başladı.”

İstanbul Ülkü Ocakları olarak o dönemde ses getiren bir başka faaliyet “Özel Okulların Devletleştirilmesi” yürüyüşüne Aksaray’da başlayıp Beyazıt Meydanı’na kadar binlerce öğrenci olarak katılmıştık.                                                                                              

Edirnekapı Öğrenci Yurdu Ülkü Ocaklıların denetimine geçtikten sonra sıradan bir öğrenci yurdu olmanın ötesinde bir mefkure mektebine dönüşmüştü. İleride yazacağımız üzere 1978 başlarında Ecevit iktidarı döneminde Pol-Der’li polislerin zoruyla kapatılıncaya kadar bu hüviyetini devam ettirdi. 

İstanbul’daki üniversitelerden çok tanınmış Türk milliyetçisi ilim adamları davet edilerek devamlı eğitim çalışmaları yapılırdı. Türkiye’nin temel meseleleri, Türk milletinin yükselişi için neler yapılması gerektiği hususları ve dünyanın gidişatı hakkında sürekli bilgi şölenleri düzenlenirdi. Sadece Edirnekapı Öğrenci Yurdu’nda değil Türkiye genelinde ülkücülerin hakim olduğu bu ve benzeri bütün yurtlarda ve üniversitelerle yüksekokullarda normal derslerin yanı sıra tarih, kültür ve medeniyet eksenli aynı eğitim çalışmaları yapılıyor buralardan yetişip mezun olan her meslek grubundaki Ülkücü gençler Anadolu’ya dağılıp Türk milliyetçiliği meşalesini gönülden gönüle taşıyorlardı.

Başlıca gayelerimizden birisi Türk milletine hizmet edecek ve geleceğin Milliyetçi Büyük Türkiye’sini inşa edecek bilgili, imanlı ve vatansever, şahsiyetli kadrolar yetiştirmekti. Onun içindir ki merhum Türkeş Bey’in tabiriyle “Biz gelecek seçimleri değil, gelecek nesilleri düşünüyorduk”. Herkes birbirine: “Aman ha! Kendini iyi yetiştir yarın davaya hizmet edeceksin” tembihinde bulunuyordu. Dava Türk devletini güçlü Türk milletini mutlu kılma davasıydı. Dillerimizden düşmeyen sloganlarımız: 

  “Her şey Türk için Türk’e göre Türk tarafından!” 

“ Mao Değil Alparslan Vietnam Değil Türkistan!”

“ Ne Amerika Ne Rusya Ne Çin Her şey Türklük İçin” 

 “Her türlü emperyalizme hayır!” 

Her vesileyle hançerimiz yırtılırcasına seslendirdiğimiz marşlarımızdan birinde: 

           “Atom ve füze sanayi ilk hedef olacak

Yabancıların oyunu nihayet bulacak

Her hesap Türk’e doğru, her hesap Türklük için olacak

Yabancıların oyunu nihayet bulacak” diye seslenerek milli hedeflerimizi işaret ediyor, bir başka marşımızda ise adanmışlık duygusunun ifadesi olarak 

 

“  …Canımızdır, kanımızdır,  her şeyimiz bu vatan 

     Susuz kalsa toprağımız sularız kanımızla…” sözlerini her vesileyle hançeremiz yırtılırcasına seslendirerek dilimizdeki ifadeleri kalbimize beynimize ve ruhumuza nakşediyorduk. 

İstanbul Ülkü Ocakları eski Başkanı Erol KILINÇ İhtilal, İhtiras ve İdeal isimli kitabının önsözünde diyor ki:

“Bu tür heyecanlar büyük şeydir. Bir fikrin bir ülkünün heyecanını yaşamak; aynı fikri paylaştığın arkadaşlarla yoldaşlarla birlikte coşkuyla yaşamak çok büyük bir nimettir. İnsanların kendilerini düşünmeden başka insanlar için, toplumlar için, gelecek nesiller için; yahut yüksek değerler için ışığa vurgun pervaneler misali kendilerini ateşe atmaktan çekinmeden yaşadıkları demler her çağda insanoğluna en büyük olgunlukları kazandıracak örneklerdir.” 

Devam edeceğiz: Şehitler Yurdu Edirnekapı…

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz