Yakın tarihimizde “28 Şubat süreci” diye bilinen hadise 1997’de Prof. Dr. Necmeddin Erbakan’ın Başbakan, Prof. Dr. Tansu Çiller’in Başbakan Yardımcısı olduğu Refah-Yol Hükümeti (54.Hükümet) döneminde yaşanmıştır. Türkiye’de siyasî, iktisadî, kültürel birçok hadiseyi tetiklemiş bir post modern darbe teşebbüsüdür.
Milli Güvenlik Kurulu, 28 Şubat 1997’de olağanüstü toplanarak sözde “irticaya” karşı birtakım tavsiyelerle başlayan kararları ile ordu ve bürokrasi merkezli bir süreci başlatıyordu.
Milli Güvenlik Kurulu Toplantısında İmamhatip okullarının orta kısmının kapatılması, mecburi eğitimin 8 yıla çıkarılması, Kur’an kursu ve benzeri eğitim kurumlarına başlama yaşının 14’e çıkarılması, İmamhatip, endüstri meslek lisesi ve benzeri meslek okullarından mezun olanların Üniversitelere girişini zorlaştırmak için katsayı uygulamasına gidilmesi, kamu kurum ve kuruluşlarında başörtü yasağı getirilmesi, bu yasağa uymayanların memursa meslekten atılması, Üniversite öğrencisiyse Üniversiteye ilişkisinin kesilmesi ve benzeri tavsiye kararları alınıyordu.
Refah-Yol hükümeti direnerek bu tavsiye kararlarını kanunlaştırma cihetine gitmemişti. Süreç Başbakan Prof. Dr. Necmeddin Erbakan’ın istifası ve 54. Hükümetin dağılmasıyla sonuçlanmıştı.
Ordu içerisinde ise Milli Güvenlik Kurulunca alınan tavsiye kararlarının ve yaptırımların uygulanıp uygulanmadığını denetlemek üzere dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir öncülüğünde “Batı Çalışma Grubu” oluşturulmuştu.
Bu tavsiye kararları ne yazık ki 57. Hükümet döneminde (DSP, MHP, ANAP hükümeti) kanunlaştırılmıştı.
28 Şubat Muhtırasıyla siyasi iradeyi baskı altına alan generallerin yargılanmaları uzun yıllar sonra ilk kez “Ergenekon” davalarıyla başlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetlerine tam bir kumpas niteliği taşıyan “balyoz ve ergenekon davalarından” diğer yüzlerce Türk subayıyla birlikte hüküm giyip daha sonra beraat eden diğer 28 Şubatçı generallerin bu Postmodern darbe teşebbüsüyle ilgili mahkumiyetleri geçtiğimiz günlerde Yargıtayca da tasdik edildi ve darbeci generaller tutuklanarak cezaevine konuldu, Millete karşı üstünlük taslamalarının ve kibirlerinin yegane gücünü teşkil eden rütbeleri de söküldü.
Bu tutuklamalar akabinde mahut çevrelerden:” Bu karar hukuki değil siyasi bir karardır” şeklinde itirazlar, “yaşı 80’i geçmiş ve hasta generallerin cezaevine atılması vicdanları yaralar bu generaller yaş ve sağlık durumları göz önüne alınarak Cumhurbaşkanı tarafından affedilmelidir” şeklinde merhamet dilencilikleri başlamıştır.
Sözün burasında gençliğinin 10 yılını mahbeslerde geçirmiş bir insan olarak hiç kimsenin haksız yere bir gün dahi cezaevinde kalmasına gönlümüzün razı olmadığını belirtmek isteriz.
28 Şubatçı darbeci generalleri affedip affetmemek önce değerli hekimlerin, sağlık kurumlarının sonra da Sayın Cumhurbaşkanının takdirindedir.
Lakin, bu ülkede kimsenin yaptığının yanına kar kalmaması ve artık ülkemizde bu darbeci anlayışların ebediyyen son bulması gerektiği kanaatindeyiz. Bir kimse haksız ve suç teşkil eden bir eylemde bulunmuş ise yaşı, mevkii, rütbesi genelkurmay başkanı da olsa Cumhurbaşkanı da olsa bunun cezasını çekmesi gerekir.
Milletimizin göz bebeği olan Türk ordusunun bünyesinde -sayıları iki elin parmaklarını geçmese de-zaman zaman millet iradesini hiçe sayan küçük darbeci gruplar oluşmuştur. Tarihî ve kurumsal bir yapı olan Türk Silahlı Kuvvetleriyle, bu millete tepeden bakan, Türk milletinin iman ve ruh köküne hasım duruş sergileyen buyurgan, zorba ve tahakkümcü darbeci anlayışı birbirinden ayırt etmek gerekir.
Geçtiğimiz günlerde eski Genelkurmay Başkanlarından emekli Orgeneral İlker Başbuğ “bu kararlar vicdanları sızlatır” diyordu. 28 Şubat sürecinde gencecik kızlar sırf başörtüsü taktıkları için Üniversitelerin bahçelerinde saçlarından sürüklenip dışarıya atılıyorlardı. İkna (!) Odalarında başörtülerini çıkarmak için akıl almaz psikolojik baskılara maruz kalıyorlar veya başörtülerini çıkarmamak için okullarını bırakmak zorunda kalıyorlardı. Babası zengin veya hatırlı olanlar yurtdışında eğitimlerine devam ediyor parası olmayanlar üniversite hayatlarına son vermek zorunda kalıyor, hayalleri yıkılıp hayatları karartılıyordu.
Başarılı on binlerce meslek okulu mezunu genç “katsayı” numaralarıyla Üniversite okumaktan mahrum ediliyordu. Oğlu askeri okulda başarılı olmuş anne, başörtüsü taktığı için mezuniyet törenine alınmıyordu. Askeri okullara kabul için öğrenci gencin annesinin başı açık fotoğrafı isteniyordu. Eşi başörtülü diye binlerce devlet memuru sürgün edilip meslekten atılıyor, başörtülü hanım memurların görevine son veriliyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki yüzlerce subay sözde “irticacı” suçlamasıyla ihraç edilip açlığa mahkum ediliyordu.
Acaba bütün bu vicdanları yaralayan uygulamalar karşısında İlker Başbuğ ve benzerlerinin vicdanları sızlıyor muydu ?
Lütfen aşağıdaki utanç verici belgeyi dikkatle okuyunuz;
Değerli okurlarım; bendeniz Prof. Dr. Tabip Albay Mustafa Kahramanyol’u 1971 yılında genç bir tabipteğmenliğinden beri tanırım. Samimi bir Müslüman şuurlu bir Türk Milliyetçisidir. Evlad-ı fatihandır. Hayat Hikâyesi adeta bir destandır. Meslek hayatında geldiği her konumu bileğinin hakkıyla kazanmış müstesna bir ilim adamıdır.
Gülhane Hastanesi kurulalı beri batı dünyasında yayınlanmış iki kitapta makalesi olan tek K.B.B uzmanı Mustafa Kahramanyol’dur. Kulak ameliyatlarında milletlerarası literatüre giren bir ameliyat tekniği geliştirmiş ve -Gülhane’den ihraç edilmiş olmasına rağmen- bu ameliyat usulüne “Gülhane mastoidektomosi” adını vermiştir. Bu ameliyat tekniği ABD’de bağımsız bir makale olarak yayınlanmıştır.
Aynı şekilde asılsız suçlamalarla ihraç edilen Prof. Dr. Tabip Albay Ahmet Alper, Gülhane’ye modern Gastroentoloji’yi getiren ve yüzlerce hekim yetiştiren müstesna bir bilim insanıdır.
Gerek Mustafa Kahramanyol hoca gerekse Ahmet Alper hoca kendilerini tanıyan herkes tarafından zeki, çalışkan, beyefendi, akademik hayatta ideolojik tercih yapmayan hakka, hukuka riayet eden insanlar olarak biliniyorlardı.
Bu dönemde yaşanan ibretlik bir hadise ise yukarıdaki utanç verici belgede imzası olan dönemin Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanı Tümgeneral Prof. Dr. Fahrettin Alpaslan -daha sonra vicdan azabı duymuş olmalı ki- emekli olduktan hemen sonra Kasım 1998’de başına bir kurşun sıkarak hayatına son vermişti.
28 Şubatçı generallerin ordu bünyesinde zulüm ve haksızlıklarına maruz kalan sadece bu iki değerli hocamız değildi. Yüzlerce Türk subayı ve sivil memur yukarıda bir örneğini gördüğünüz utanç verici, düzmece vesikalara dayanılarak Türk Silahlı Kuvvetleriyle, devletle ilişkileri kesildi. Aileler dağıldı, ocaklar yıkıldı. Gönlünde azıcık adalet duygusu taşıyan her insanı neredeyse isyana sevk eden bu zulüm ve haksız uygulamalar karışışında şahsen o dönemde T.C. Başbakanlığına, T.C. Milli Savunma Bakanlığına, T.C. Genelkurmay başkanlığına hitaben “Duyduğumuza göre ordu içerisinde bir kısım subaylarla ilgili asılsız iddialarla düzmece raporlar tanzim edilip Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişkileri kesilmektedir, buna karşı tedbirler alınması gerekir.” İfadeleri taşıyan mektuplar yazmamıza rağmen hiç birisine cevap alamamıştık. Yıllar sonra 28 Şubat Davası açıldığında 06.11.2014 ile 13.11.2014 tarihlerinde Cumhuriyet Savcılığına davet edilen Mustafa Kahramanyol açılan dava dosyasında bu “gizli” ibareli düzmece belgeyi görmüş ve şüphelerimizde haklı olduğumuz ortaya çıkmıştır.
Yine çarpıcı bir örnek vermek istiyorum Abdülmuttalip Yıldırım isimli Piyade Binbaşı bir Türk Subayı aynı gerekçelerle ordudan ihraç edildi. Çoluk çocuğunu geçindirmek için Urfa belediyesinde işe başladı. Bu şekilde ordudan ihraç edilenlerin herhangi bir kamu kuruluşunda çalıştırılması dönemin İçişleri Bakanı’nın genelgesiyle yasaklanmıştı. Binbaşı Yıldırım işten çıkarılınca gururuna yediremeyip intihar etti.
Sayın İlker Başbuğ ve benzerlerinin bu elim hadiseler karşısında vicdanları sızlamış mıydı ?
28 Şubat Sürecinde Paralel Yapıya Mensup Subaylar ve Memurlarda İhraç Edildi mi ?
“Paralel Yapı”ya mensup subaylar ve memurlarda ihraç edildi mi ? Dikkat çekici bir başka husus ise bu dönemde “Paralel Yapı”ya mensup bir tek subayın dahi ihraç edilmemiş olmasıdır. Bunda aşağıda linkini vereceğimiz Fetullah Gülen’in Çevik Bir’e yazdığı mektubun ne kadar tesiri olmuştur, bilememekle beraber, daha sonra yaşanan hadiseler gösterdi ki bu yapıya mensup subayların önleri açılmış ve hızla terfi ettirilmişlerdi.
https://www.yenisafak.com/arsiv/2000/ekim/16/dizi.html
28 Şubatçı generallerle ilgili koparılan bir başka yaygarada, bu davanın paralel yapıya mensup hâkim ve savcılar tarafından başlatıldığı, dolayısıyla hukuki olmadığı iddiasıdır. Doğrudur, öyle başlatılmıştır ama daha sonra mahkeme ve Yargıtay safhasında aynı Paralelci hâkimler yargılama yapmamıştır.
Ne yani 17-25 Aralık Yolsuzluk Soruşturmaları da aynı şekilde “Paralel Yapı”ya mensup emniyet ve yargı mensuplarınca başlatılmıştı. Şimdi o yolsuzluk dosyalarında adı geçenlere de masum mu diyeceğiz ? O yolsuzlukları yapanlar, Milletin vicdanında mahkûm olmaktan kurtulamadığı gibi 28 Şubatçı generallerde daha bu yargılamalar başlamadan çok önce millet vicdanında mahkum olmuşlardı.
Devam edeceğiz..
İşin aslı neydi ? İrtica yaygaraları arasında Türk milleti nasıl soyuluyordu ?