DÜNÜMÜZ, BUGÜNÜMÜZ, GELECEĞİMİZ.
Sözlerimi Şu Kullanılma meselesine getirmek istiyorum…
Bizi kimse kullanmadı! Bizim Türkiye’yi ve dünyayı değiştirmek gibi büyük iddialarımız vardı. Şimdi de bu iddialarımızdan vazgeçmiş değiliz. 1970’li yıllarda Ülkücü gençlik olarak “yüz milyonluk milliyetçi büyük Türkiye” gibi bir büyük gayenin peşindeydik. Komünistler ise Türkiye’yi Sovyetler Birliği’nin bir uydusu haline getirmek istiyorlardı. Birinci hedefleri çok değişik yollarla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ele geçirmekti. Ülkücülerin varlığını engel gördüler, var güçleri ile Ülkücülere saldırdılar. Biz de cevap verdik. Vurduk! Vurulduk! Son bağımsız Türk devletinin yabancı ideoloji uşaklarının eline geçmesine fırsat vermedik. Devletimizin namusunu, milletimizin mukaddeslerini müdafaa ettik. Meydanı, ezanı susturmak, bayrağı indirmek isteyenlere bırakmadık. Şimdi bu noktada sözde Ülkücü birileri “Biz kullanıldık” diyorsa bu tarihe saygısızlıktır, Türk milliyetçilerinin haklı ve şanlı mücadelesine gölge düşürmektir, şehitlerimizin hatıralarına saygısızlıktır. Evet, Ülkücüler 12 Eylül’de büyük acılar çektiler. Evleri yıkıldı, ocakları söndü, yuvaları dağıldı… Yedi ülkücü genç idam edildi. Binlercesi ağır işkenceler gördü, insanlık dışı muamelelere tabi tutuldular. Yandılar, kavruldular. Ama boyun eğmediler.
Bizi, Ülkücüleri tarih kullandı ve sokaktaki ülkücünün bile bir gün ulaşacağına inandığı “Türk Kızılelma’sı” kullandı. Bundan da şikâyetimiz yoktur. Eğer yeniden hayata gelecek olsak aynı mücadeleye kaldığımız yerden devam ederiz.
Eğer biz birilerinin iddia ettiği gibi sadece “Komünizmle Mücadele Derneği” konumunda kalsaydık bize hiçbir şey olmaz, kafalarımızı Mamak duvarına vurmazlardı. Bizim varlığımızdan sadece Sovyetler Birliği taraftarları değil; batıcılar, kapitalist emperyalistlerin yerli işbirlikçileri ve ABD muhipleri de rahatsızdı. Çünkü Anadolu’dan büyük şehirlere yükseköğrenim için gelen on binlerce genç insan Türkiye’yi ve dünyayı sorgulamaya başlamış, millî ülküler etrafında toplanarak Türkiye’nin önce bölgesinde sonra dünyada daha güçlü bir ülke olması amacını her ne pahasına olursa olsun bir hayat gayesi haline getirmişlerdi.
Ülkücüler ısrarla sadece komünist emperyalizme değil; kapitalist emperyalizme de karşı olduğunu yüksek sesle söylemeye başlamıştı. Bunun için de “yabancılaşmadan çağdaşlaşmak” doğrultusunda Türk tarihinin derinliklerinden bu tarafa elde edilen büyük başarıların ışığında, yaşanmış mağlubiyetlerden de dersler çıkararak Türk milletinin derin şuur altındaki “büyük devlet olma” özlemini kuvveden fiile çıkarmanın mücadelesini veriyorlardı.
ABD’nin Sovyetlere karşı olduğu, Alparslan TÜRKEŞ’in de Sovyetlere karşı olduğu, dolayısıyla TÜRKEŞ’in ABD taraftarı olduğu propagandası uzun yıllar zihinleri kirletmiştir. Bu büyük yalana en çarpıcı cevabı, değerli ilim adamı Prof. Dr. Mehmet Akif OKUR’un 2014 senesinde ABD’nin Maryland Eyaleti’nde bulunan Amerikan ulusal arşivlerin (NARA) de yapmış olduğu uzun ve yoğun çalışmalar neticesinde 27 Mayıs 1960 darbesinden 12 Eylül 1980’e kadar olan zaman dilimini kapsayan Amerikan belgeleri şu gerçekleri bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır:
“Soğuk savaş yıllarında, Alparslan TÜRKEŞ, ABD’nin Türkiye’de kendisine en uzak hissettiği isimler arasında yer alıyordu. TÜRKEŞ’in Sovyetler karşısındaki refleksleri de Amerikan devletinin söz konusu tutumunda herhangi bir değişiklik meydana getirmemiştir. Bu tablo, bir kuşağın kafasını kurcalayan pek çok soruyu üzerine fazla söz söylenmesine ihtiyaç bırakmayacak biçimde cevaplayabilecek niteliktedir: Ülkücü hareket, hatası ve sevabıyla büyük mücadelesini ayakları yalnızca bu topraklara basarak verdi.”
“Acaba Türkiye’nin fırtınalı yıllarına doğru baktığımızda, hakkında aynı cümleyi kurabileceğimiz başka bir büyük siyasi gelenek var mı?” (4)
Bugün 2017’lerin Türkiye ve dünyasının şartlarında belki kısa zamanda Türk Milleti’ni geçmişteki o ihtişamlı günlerine ulaştıramayabiliriz. Zira o ihtişamlı günler o dönemin; iktisadi, siyasi, askeri, kültürel şartlarının ve Türk Milleti’nin taptaze bir imanı sahiplenmiş ve ”ufukların efendisi” olmaya talip olmuş hatta talip olmakla kalmayıp ilmin ve aklın rehberliğinde gerçekleştirilmiş başarılar olduğu hakikatini unutmamalıyız. Ayrıca Viyana Bozgunundan sonra, Sakarya önlerine kadar çekilişimizin yani seri mağlubiyetlerimizin gerisindeki fert ve cemiyet planındaki bizden kaynaklanan, hata ve eksikleri iyi okumalı, iyi değerlendirmeliyiz.
Bizim şimdi Türkiye’nin ve dünyanın güç dengeleri içerisinde öncelikle Türkiye Cumhuriyeti devletini maceracı heveslerin, içi boş, desteksiz ve kof meydan okumaların kurbanı etmemek dikkatini göstermemiz icap etmektedir. Zira değerli ilim adamı; Prof.Dr Mehmet Akif Okur Bey’in çok yerinde bir sözü ile: “iddialarınız imkânlarınızla mütenasip olmalıdır”. Öncelikle Viyana bozgunundan bu tarafa başımıza gelen bütün felaketler karşısında; ”bize bunu kim yaptı?” sorusu yerine ”biz nerede hata yaptık?” sorusuna cevap aramamız ve bulmamız lazım gelir.
Geçtiğimiz yüzyıllarda kurucusu olduğumuz ”Türk İslam medeniyeti’ ‘ne meydan okuyan ve galip gelen ”Batı medeniyeti”nin itici gücünü, Batılı toplumların zihni yapısını, hangi düşünceleri esas aldıklarını, baş döndürücü teknolojik gelişmelere nasıl sahip olduklarını, Türk İslam dünyasına hala vahşice saldırsalar da; kendi aralarında adaleti, hukukun üstünlüğünü iktisadi, siyasi, kültürel müesseselerin sürekliliğini nasıl sağladıklarını araştırmak bilmek zorundayız.
Tarihi tecrübelerimizin inanç ve ideallerimizin aklın ve ilmin öncülüğünde önümüzdeki yüzyıllardaki muhtemel meydan okumalarında Batı medeniyetine galebe çalacak Türk Milleti’nin milli İslami hedeflerin ışığında bütün bu zorlukların üstesinden geleceği yüksek bir azmi sağlam bir imanı ve çelikleşmiş bir iradeyi göstermek mecburiyetindeyiz.
Bugün Türk gençliğin ülkemizde yaşanan siyasi, iktisadi, kültürel krizlerden etkilenmeksizin ve asla ümitsizliğe düşmeksizin 21. yüzyılın “KIZIL ELMASINI” hedefleyerek kahredici bir çalışma temposuyla hayatın her alanında yüksek başarılara imza atma mecburiyeti vardır. Bu, şanlı mazimize karşı bir borcumuz, büyük geleceğimize karşı mesuliyetimizdir.
Aranızdan büyük siyaset ve devlet adamları, büyük âlimler, büyük sanatkârlar, büyük sporcular, büyük iş adamları, sivil toplum kurucuları, hak ve hakikat takipçileri, muhabbet fedaileri çıkarmalısınız.
“Bugün ülkücü milliyetçi gençliğin milletimize hizmet etmek için günlük politik heveslerin dışında da çalışacak hizmet alanları mevcuttur. İşte Denizli’de sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen esnaf, iş adamı ve aydınlardan müteşekkil dava adamlarının bin bir fedakârlıklar ve son derece mütevazı imkânlarla hayata geçirdiği ve dört senedir aksatmadan yürüttüğü bu ”Yeni Ufuk” dergisi ve bu dergi çevresinde yaptığı çalışmalar bunun çarpıcı bir örneğidir.
Sevgili Gençler;
Her Türk milliyetçisi bu vatan topraklarında yaşayan yegâne Türk evladı kendisi kalmış gibi tarihin ve geleceğin mesuliyetlerini omuzlarında hissederse tarihin bizi çağırdığını bilir ve anlarsa, bundan doğacak yüksek iman ve sosyal gerilimle vatan ve millet namına büyük başarılara imza atılacaktır.
Bize göre bugün “Türk Milliyetçiliği” ve onun Din-u Devlet, Mülk-ü Millet namına adanmışlık duygusunu ifade eden “Ülkücülük” sadece yakaya takılan bir rozetten, sağ elle yapılan bir bozkurt işaretinden veya bugün ki haliyle fiziken, siyaseten çökmüş hiçbir fikri canlılık emaresi göstermeyen, bütün iddialarını kaybetmiş ve mevcut haliyle Türk Milliyetçiliğinin ayağında ki pranga haline dönüşmüş bir siyasi partiye mensup olmaktan ibaret değildir.
Öncelikle “Ülkücülük” Merhum Nevzat KÖSOĞLU’nun tabiriyle “Türk Milliyetçiliğinin vicdanı ve ahlâkıdır.”
Bizim milliyetçiliğimiz geçmişi en fazla 100 yıla ulaşan sloganların, sembollerin ve düşüncelerin sınırlılığı ve basitliğinden uzak, asırların birikimini zamanımıza taşımaktır. Ben idrakine sahip olmanın mesuliyetiyle harekete geçen bir irade davasının adıdır. Bu irade hayat üslubu, mizaç ve yüksek ahlâki seciye ile tezahür etmelidir. Tevazu ile vakarın ahengi, ciddiyet ile samimiyetin imtizacı şahsiyetlerinizin ana hatlarını teşkil etmelidir. Müstakim, ilmiyle amil bir Müslüman Türk olarak evvela kendi iç dünyanıza, gönül dünyanıza nizam vermeli sonra hanelerinize nizam vermeyi bilen mümin şahsiyetler olmalısınız. Yüce Dinimiz İslâm’ı siyaset bezirgânlarının dilinden, siyaset pazarının meta-ı olmaktan kurtarıp Yüce Allah’ın rızasını kazanmaya talip bir insan olarak İslam’ın ismet ve izzetini, dile ve ayağa düşürmeden müdafaa etmelisiniz.
Ölçülü, ağır başlı, soğukkanlı ve hakkaniyetli birer fikir adamı olmalı. Küfretmeyi fikretmek sanan, kargadan başka kuş tanımayan günümüz Şucu Bucularının aksine iyiye, doğruya ve güzele fıtri temayülü tefekkür sahasına taşıyan, sözünü tartıp biçip sağlam mizanlara vuran birer insan olmalısınız. Türkçeniz zengin ve edebi, hitabınız sağlam ve açık olmalıdır. Bütün bunların ötesinde hasbi tefekkür sahibi, müdahanesi olmayan, tarafgirliğe tevessül etmeyen, hakkı üstün tutan bir ahlâka sahip olmalısınız. Kendi insanına karşı merhameti ve hüsnü zannı esas alan, ikazlarını ve tenkitlerini bu esaslara göre dile getiren bir mensubiyet şuuruna sahip olmalısınız.
Unutmayınız ki, Millet olarak varlık mücadelemizin devamı, bundan daha önemlisi bu mücadelenin kıymeti, kendi varlığıyla millet olma irademizi yaşatan ve taşıyan şahsiyetlerin varlığıyla kaimdir.
Lümpenleşmenin, soysuzlaşmanın, gavurlaşmanın önü sözle değil amelle alınabilir. Amel ise imanın hareketidir ve bir faile, özneye ihtiyaç duyar. Bu fail insandır. İnsan ise ancak muayyen bir terbiyenin neticesinde yetişebilir. Halin, hareketin ve fikrin terbiyesinin ayrılmaz parçası faal ahlak sahibi mürebbilerin hayatımızda bulunması ve bizim de bu mürebbilerin mümessili olma gayretimizdir.
Muayyen bir terbiyenin, ahlâkın taşıyıcıları hayatımızdan çıktıkça istinatgâhımızı kaybediyoruz. “Yalnızlığımız gittikçe artıyor.” Sizlerde gelecek nesillerin mürebbileri olmalı onları yalnızlığın pençesine terk etmemelisiniz.
Müşterek duyguları, düşünüşü, hayat üslubu, zevkleri kalmamış insan topluluğuna Millet denilemez. Millet olmadan vatan olmaz. Zira manevi unsurlarını kaybeden bir belde diyar-ı İslam olamaz. Millet olmayı, hem şehri olmayı beceremeyenlerin kardeşlik hukukunu esas alan ümmetten bahsetmeleri en hafifinden bir kaçıştır. Aynı şekilde milletin kıymet hükümlerinden uzaklaşan bir milliyetçilik nihayetinde dar bir zümreciliğe dönüşür ve millet şuuruna zarar verir. Her meselenin siyaset eliyle halledileceğini düşünenler, ideolojik formasyonu terbiyeden önde görenler ancak bir fesat düsturu ihdas ederler ki fesadın olduğu yerde nizam olmaz. (4)
Bırakınız kazip şöhretleri, sahte kahramanları, bırakınız fikren ahlaken fiziken ve siyaseten iflas etmiş siyasi kadroların acınacak ve utanacak çaresizliklerini! “Mademki siz varsınız mademki biz varız Türk milleti de ebediyen var olacaktır”, inancını zihinlerimize ve gönüllerimize nakşettiğimiz takdirde, hasreti çekilen ”huzurlarla örülmüş, sevgilerle donatılmış” bir büyük Türkiye’ye ulaşmak hayal değildir. Siz isterseniz o bir hayal değildir. Türk milliyetçiliği ülküsü Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı günden bugüne vardır. Tarih durdukça da var olacaktır.
Burada maksadım siyaset kurumunu kötülemek değildir. Siyaset Milletimizin özlemlerini, önceliklerini dikkate alarak, Devlet hayatında tatbik sahasına koymaktır. Bu haliyle siyaset tabiki saygın bir kurumdur. Ama öncelikle kendi alanlarınızda ihtisaslaşıp saygın bir mesleğe ve ekonomik hürriyetinizi kazandıracak birer imkân ve gelire sahip olmadan siyasete meyil etmek profesyonel politikacıların çantacısı durumuna düşmeniz neticesini doğurur. Yoksa yeri ve zamanı geldiğinde siyaset kurumların da görev alıp Millete bu yoldan hizmet gayretinden de geri kalmamak lâzımdır. Ülkücü, ilkeli insanların siyasete girmesi esas itibariyle bir fedakârlıktır. Ama şartlar gerektirdiğinde bu şartlardan da kaçınmamak icap eder.
Ne yaparsanız yapınız. Allah’ı unutmayınız, birer Türk genci olduğunuzu, birer Türk bayrağı olduğunuzu unutmayınız. Bayrağı yere düşürmeyiniz ve lekelemeyiniz. Ve yine unutmayınız ki bu bayrak rüzgâr beklemektedir.
Sevgili Gençler, Değerli Arkadaşlar;
“Ümitsizlik inançsızlıktır”;
Bakınız bir yazısını derginizin sahifelerine de aktardığınız (Yeni Ufuk, Şubat 2017,Sayı 31) merhum Ayvaz Gökdemir ağabey uzun yıllar önce sanki bu günleri görüyormuş gibi diyor ki; (2)
”Tarihimizin en buhranlı bir devresini yaşamakta olduğumuz muhakkaktır. Şartların ne kadar çetin olduğu görülmektedir; fakat Türk milletinin varlık, beka, kudret, zafer ve efendilik davası olan milliyetçilik ülküsü yolundaki mücadele ve hizmet durmayacak, durdurulamayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını beşikteki bebeden, bir gözü dar-ı bekaya çevrilmiş dedeye kadar sorsanız, asgari bir hesapla her yirmi kişiden biri size Ülkücü olduğunu söyleyecektir. Bu bir şuur kitlesidir, şaşkın ve cahil bir kalabalık değildir. İçinde elli bin öğretmen bulunan, her kesiminde liyakatle temsil olunan münevver bir kitledir. Bu kervanı kim, nasıl yok edecek, nasıl durdurabilecektir?
Uğruna bunca kayıpların, yaşanan felaketlerin cahil ve gafillerin de uyanışa vesile olması halisane temennimizdir. Ancak bizim varlığımız ve büyük ülkü yürüyüşümüz hiçbir şarta bağlı değildir. Ülkümüz var olduğu sürece varız ve yürüyeceğiz. Kaderin her türlü tecellileri için mütevekkiliz. Bizim için zaman, inanmak, yaşamak ve mücadele etmekten ibaret yekpare ve tek bir andır. Bütün varlığımızla inanıyoruz ki; yegâne galip ve gerçek hüküm sahibi Allah’tır…”
(1)Ülkücü Gençlik, Dündar Taşer, Devlet dergisi, Sayı 148, 26 Haziran 1972, s.8-9
(2)Bu Kervan Durmayacaktır, Ayvaz Gökdemir, Devlet dergisi, Kasım 1978, s.7
(3)Türk Yurdu Dergisi Eylül 2010 Sayı 277
(4)Prof. Dr. Mehmet Akif OKUR “ABD belgelerinde Alparslan TÜRKEŞ: Belgeler ve gerçekler.” 01.08.2017 www.turkocagi.org.tr
(5)Neyi kaybettiğimizin farkında mıyız? Murat Hacı FETTAHOĞLU