6 Ağustos Pazar günü “Yeni Ufuk ailesi”nin daveti üzerine Denizli’deydim. Aile diyorum aslında ”Yeni Ufuk” Denizli’de bir grup fedakar Ülkücü-Milliyetçi üniversiteli gencimizin aylık olarak yayımladığı derginin ve aynı isimle Denizli’de açtıkları bir kitabevinin adıdır.
Hemen söylemek gerekirse bu çalışma Türk millliyetçilerinin günlük politika curcunasına kapılmaksızın son derece mütevazı imkanlarla Türk milliyetçiliği davasına ve üniversite gençliğine hayırlı hizmetler yapılabileceğinin güzel bir numunesini teşkil etmektedir.
Bu hayırlı hizmeti ise genç işadamlarından Denizli Türk Ocağı Başkanı ikende güzel hizmetler yapan, Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler mezunu evlad-ı Fatihan’dan Nuri Serbest Bey, edebiyat öğretmeni Uğur Baş Bey ve 1980’li yıllarda Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni mücbir sebeplerle terk eden gönül adamı, derviş mizaçlı Bayram Kiriş Beylerin öncülüğünde bir grup hayırsever Milliyetçi-Ülkücü şahsiyetin katkılarıyla sürdürüyor.
Her sayısı ayrı bir çarpıcı kapakla ve zengin muhtevayla çıkan derginin yazı işleri müdürü Pamukkale Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümü mezunu Berkan Sözer, Pamukkale Üniversitesi İktisat bölümü öğrencisi Ahmet Furkan Kılıçarslan, derginin mali işler koordinatörü Ramazan Çağ,yayın ekibinde bulunan Aybike Yıldız, Seyran Şahin, Hakan Şişik ve yine bu idari işleri maharetle yöneten karayağız delikanlı Yasin Konkur, yazarlardan Sıddık Vanlı, Safiye Daş ve bu satırlarda isimlerini zikretmeye sahifelerin yetmeyeceği birbirinden kıymetli, gözlerinde iman pırıltısı Yusuf yüzlü delikanlılar ile zarif üniversiteli hanım kızlar…Aralarında nur yüzlü ve gözlerinden zeka parıltıları saçılan dört de liseli gencimiz vardı. Kutlu Kağan Yüksel, Zekeriya Pala, İbrahim Elçin, Kübra Civelek.
Bütün bu gençler tarihin içinden kopup gelen bahadırları andırıyorlar. Ama ellerinde kılıç yerine kalemler, dizlerinde çelik zırh yerine bilgisayarlar, kollarında kalkan yerine kitaplar, kalplerinde Allah’a sonsuz iman,O’nun emir ve yasaklarına sonsuz itaat inancı var. Fikir silahıyla silahlanarak milletimizin en fazla ihtiyaç duyduğu imanlı, vatansever, bilgili ve şahsiyetli kanaat önderleri olmaya adaylar.
Yeni Ufuk dört yıldır her ay dört bin adet basılarak Türkiye’de elliye yakın üniversitede üniversite öğrencilerine ücretsiz dağıtılıyor.Yazarları ise geçmişle gelecek arasında köprü olacak şahsiyetler. Dergi sahifelerinde merhum Prof. Dr. Mehmet Eröz , merhum Seyyit Ahmet Arvasi, merhum şair Arif Nihat Asya, merhum Mustafa Necati Sepetçioğlu, merhum Ayvaz Gökdemir, merhum Galip Erdem ağabeylerimizin muhtelif makalelerine yer verildiği gibi halen hayatta olan fikir adamlarımızdan Prof. Dr. İskender Öksüz, Himmet Kayhan, Necdet Bayraktaroğlu ve benzeri şahsiyetlerin de yazılarını görmek mümkün olmaktadır.
Derginin yazarlarının çoğunluğunu üniversitelerin muhtelif fakültelerinde okuyan Ülkücü-Milliyetçi gençler oluşturuyor. Bu gençler günlük politik heveslere, şuculuk, buculuk gibi kısır çekişmelere kapılmaksızın yazılarında hem de ciddi konuları ele alıyorlar. Bu konuların bazılarının başlıklarını zikretmek gerekirse Ahmet Furkan Kılıçarslan’ın ”Tarih, Şahsiyet, Kültür”, Kürşat Yozcu’nun ”Sır Aşkta”, Hasan Atik’in ” Tarihin Kırılma Anları ve Dört Mesele” ile ”Medeniyet Tasavvuru(Fert-Cemaat-Cemiyet)”, Ali Göktaş’ın ”İnanç ve Sabır ile Başaracağız”, Fatih Ergin’in ”Ey Türk Evladı Kendini Onun Gibi Ada” yazıları ilk anda dikkat çeken yazılar.
Her sene bu günlerde Denizli’de beş altı günlük bir istişare ve eğitim toplantısı maksadıyla muhtelif üniversitelerden kızlı erkekli yetmiş seksen kişilik öğrenci topluluğunu bir araya getirip, hem son bir yıldaki faaliyetleri değerlendiriyor hem de önümüzdeki bir yılın eğitim ve faaliyet planlamasını yapıyorlar. Ayrıca bu beş günlük süre içerisinde bir kısım fikir adamlarını, üniversite hocalarını, Ülkücü-Milliyetçi ağabeylerini davet ederek günde en az dört oturum yapıp, adeta bir beyin fırtanasıyla Türkiye’nin, Türk Dünyasının, İslam aleminin karşı karşıya kaldığı meseleleri milliyetçi bir bakış açısıyla tarihi, sosyolojik, dini, kültürel, iktisadi, siyasi yönleriyle değerlendiriyor ve çözümler arıyorlar. Biz de çalışmaya Ülkücü-Milliyetçi ağabeyler gurubundan davetliydik.
Kararlaştırdığımız üzere sevgili yeğenimiz Metehan Kutucu’nun usta şoförlüğü ile Denizli’ye ulaştığımızda saat 13.00 idi. Bir hayırsever iş adamının tahsis ettiği Ata Öğrenci Yurdu’nda misafir edilen gençlerimizle yenilen öğle yemeği ve arkasından büyük çoğunluğunun katıldığı Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi Faruk Karabulut kardeşimizin imametinde kılınan öğle namazından sonra birer saatlik iki oturumda gençlerimizle başbaşa konuşma imkanı bulduk. Bilahare 1970’li yıllardan Bursa Eğitim Enstitüsü’nden mezun olan arkadaşlarımdan Ali Vehbi Kabukçu’yu, Ali Er’i ve İbrahim Özen’i aradım, ilk iki arkadaşımızla buluştuk. Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer misali geçmişi yad ettik. Bir de Denizlili Hasan çavuşla,Hasan Ulutürk’le buluştuk. Bu Hasan çavuşu size anlatmalıyım;
Bazı dostlarımın bildiği gibi 12 Eylül öncesi ve sonrası uzun bir mahkumiyet dönemi yaşadım. 1980’de birkaç kez Eskişehir Cezaevinden tedavi için Ankara’ya nakledildim. 12 Eylül’den bir gün önce Ankara Numune Hastahanesi’nin D blok bodrum katındaki mahkum koğuşuna yatırıldım, bir gün sonra 12 Eylül askeri darbesi oldu. Burada 35-40 gün yattıktan sonra Ulucanlar Cezaevi Jandarma Bölük Komutanı ceberrüt yüzbaşı Osman Şenel’in bizi tedavi eden doktorlara beni kast ederek ”bu ülkücü militandır buradan firar eder, ben de sizi yakarım,en iyisi bunu cezaevine defedin gitsin” diye tehdit etmesi sonucu tedavi olduğum 4. dahiliye şefi bana şöyle dedi; ” Efendi kusura bakma, ben seni göndermezsem senin geldiğin yere beni gönderecekler”. Neticede tedavimize henüz başlanmadan Ulucanlar Cezaevine bir süre sonra oradan Eskişehir Kapalı Cezaevine birkaç ay sonra da bir yeryüzü cehennemi sayılacak Afyon Cezaevine nakledildim. 1981 Ağustos’u sonunda ise daha ağır ve ölümcül bir hasta olarak uzun uğraşmalar sonucu yeniden Ankara Numune Hastahanesi mahkumlar koğuşuna gönderildik. Burada ve Atatürk senatoryumu mahkum koğuşunda bir seneye yakın devam eden tadavim süresinde Ulucanlar Jandarma Bölüğünde askerliklerini yaparken bazı nöbetçi çavuş ve onbaşıların çok insani tavırlarına muhatap olmuştuk. Başlarında şedid bir yüzbaşı Osman Şenel tabiri caizse bize kan kusturuyordu. Mahkum koğuşunun içindeki ve dışındaki silahlı devriyeler yetmezmiş gibi bir de bizi ayak bileklerimizden zincirle yatak ranzalarına kilitletiyordu. İşte bu insan evlatlarından Aksaraylı Harun Oflaz, Trabzonlu Naci Yayla, Gümüşhane Torullu Ahmet, Manyaslı Cengiz Efe, Mersinli Mehmet Kılıç, Denizlili Hasan Ulutürk çavuşlarla Safranbolulu Selahattin onbaşı, yüzbaşı yakaladığı takdirde çok ağır cezalara çarptırılacaklarını bile bile nöbet saatlerinde ayaklarımızdaki zincirleri hemen çözerler, dışarıdan gelen ziyaretçilerimizle bizleri gizlice görüştürürler giyim ve yiyecek gibi bir kısım ihtiyaçlarımızın dışardan alınmasına müsaade ederlerdi. Aradan 35-36 sene geçtikten sonra ben bu arslan parçalarının izlerini ve telefonlarını buldum. Bazılarıyla telefonla bazılarıyla yüz yüze görüştüm. Denizlili Hasan Ulutürk çavuşa da yine Denizlili Fatih Mehmet Bakırtaş’la selam göndermiştim, cevabi selamlarının yanı sıra bize el yapımı Yatağan işi bir hançer ve üzerine üç hilal nakşettiği çakıyı hadiye olarak göndermişti. Denizli’ye ulaştığımda Hasan çavuşu telefonla aradım, bir dış mahallede oturuyormuş ve biraz rahatsızmış araba gönderdik beraberinde emekli polis memuru ülküdaşımız KON-FED (Konyalılar Federasyonu) Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Zeki Selamet Bey’le birlikte geldiler. Benden en az 12-13 yaş genç olan Hasan çavuş hayatın binbir türlü mihnetinden dolayı bayağı çökmüştü ve bizden de yaşlı görünüyordu. Geç saatlere kadar sohbet ettik ve yine arabayla evine gönderdik. Bu konuyu bu kadar uzun yazmamın sebebi nöbet esnasında tüfeğini bize emanet edip uyku kaçamağı yapacak kadar bize güvenen bu zamanın delikanlılarıyla aramızdaki yegane hukuk ”ülküdaşlık hukuku” idi. Ülkücü Milliyetçi camiada bu ülküdaşlık hukukunu ve güven duygusunu yeniden tesis edersek bizi kimse tutamaz.
Geceyi kardeşlerimizin kaldığı öğrenci yurdunda geçirdikten sonra Türk Ocağı Denizli şubesi eski başkanı değerli arkadaşımız Mustafa Koç Bey’i, Türk Ocağı Denizli şubesi başkanı Avukat Adem Supçin Bey’i iş yerlerinde ziyaret ettik. 1970’lerin başında Eskişehir’de ülkücü milliyetçi mücadelede unutulmaz hizmetleri olan Denizlili Emir Gazi Tosun Bey’le bir camii avlusunda,çınar gölgesinde demli çaylar içip hasret giderdik.Ata Öğrenci Yurdu’na dönüp ”Yeni Ufuk ailesi”nin mümtaz gençleriyle vedalaşıp sözü değerli ülküdaşlarımız,kardeşlerimiz gazeteci yazarlar Servet Avcı ve Adnan İslamoğulları Beylere bırakıp yola revan olduk.
Yol üzerinde Afyon Dinar’da mukim dişhekimi ve Türk Ocağı yöneticisi değerli arkadaşımız, derviş mizaçlı Dr. Ogün Sezen Bey’i ziyaret ettik. Dinar’da kurdukları bir sivil dernekle Dinarlı ihtiyaç sahibi üç yüz üniversite öğrencisine her ay yüksek öğrenim bursu verdiklerini sevinçle öğrendik.
Afyon’da 1971’lerden İstanbul Edirnekapı Öğrenci Yurdu’ndan arkadaşım emekli felsefe öğretmeni Bolvadinli Selamet Yıldırım, Afyon Türk Ocağı eski başkanı ve MHP Afyon eski milletvekili Dr. Mehmet Telek Bey ve Bahçeşehir okulları Afyon sorumlusu Osman Bey’le geç saatlere kadar süren nefis bir sohbetten sonra Ankara istikametinde yola revan olduk. Ankara’ya ulaştığımızda gün 8 Ağustos saat 02.30’du.
Peki Denizli’de Yeni Ufuklara doğru emin adımlarla şevk ve heyecanla, sevgi ve imanla yürüyen gençlere ne dedik,ne söyledik? İsterseniz onları da birkaç gün sonra yazalım.