Fatih ve Büyük Fethin Nişanesi Olarak Ayasofya’ya Dair – 2

0
237

Ayasofya Camii’nin yeniden ibadete açılması sonrası yaşanan tartışmalarının siyasi platformdan ilmi/tarihi bir alana kayması en büyük temennimizdir. Zira 1500 yıllık mazisi ile tarihi ve dini yönden çok önemli bir kıymete sahip olan bu mabedin manasının doğru anlaşılması ancak bu şekilde mümkündür. Bunun için de öncelikle Ayasofya neresidir sorusunun cevabının bilinmesi gerekmektedir. 

I

Büyük Fethe Kadar Ayasofya

Ayasofya Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul’un  eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup 1453 yılındaki Büyük Fetih’ten sonra II. Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür.

Ayasofya adındaki “aya” sözcüğü “kutsal, azize”, “sofya” sözcüğüyse herhangi bir kimsenin adı olmayıp Eski Yunancada “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Dolayısıyla “aya sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da “ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup Ortodoks mezhebinde Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır. Bu manada diğer bir ismi de Kutsal Bilgelik Kilisesi’dir.

Ayasofya’nın inşaatında yaklaşık 10.000 işçinin çalıştığı ve I. Justinianus‘un bu iş için büyük bir servet harcadığı belirtilir. Bu çok eski binanın bir özelliği, yapımında kullanılan bazı sütun, kapı ve taşların binadan daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olmasıdır.

Bizans döneminde Ayasofya, büyük bir “kutsal emanetler” zenginliğine sahipti. Bu emanetlerden biri de 15 metre yüksekliğindeki gümüş ikonostasisti Konstantinapolis Patriği’nin patrik kilisesi ve Ortodoks Kilisesi’nin bin yıl boyunca merkezi olan Ayasofya, 1054 yılında Patrik I. Mihail Kluraius’un Papa IX. Leo tarafından aforoz edilmesine şahitlik etmiş olup bu olay, genel olarak Schisma’nın, yani Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasının başlangıcı sayılır.

İnşada kullanılacak malzemeleri üretmek yerine, imparatorluk topraklarında yer alan yapı ve tapınaklardaki yontulmuş hazır malzemelerden yararlanmak yoluna gidilmiştir. Bu yöntem, Ayasofya’nın inşa süresinin çok kısa olmasını sağlayan etkenlerden biri olarak kabul edilebilir. Yüzyıllarca Konstantinapolis Ortodoksluk patriğinin merkezi olan Ayasofya aynı zamanda Bizans’ın taç giyme törenleri gibi imparatorluk törenlerine ev sahipliği yapmıştır. 

1054’te Batı Kilisesi yani Katolik Latinler, Doğu Kilisesi’ni uzun süren mücadeleler sonrasında aforoz edince, Hıristiyan dünyası büyük bir ayrışmaya gitti ve IV. Haçlı Seferi’nin 1204’te Kudüs’e değil İstanbul’a gerçekleşmesi ile zirveye çıktı. Bu sefer sırasında şehir o kadar ciddi bir yıkım ve yağmaya uğradı ki etkileri 250 yıl sonra dahi görülebiliyordu. Bu hadise sırasında şehirden kaçan Komnenos ailesinin Trabzon’a yerleşmesi ve burada Trabzon İmparatorluğu’nu kurması ile Trabzon’da halen müze olan Ayasofya Camii’nin İstanbul’dakine nazire ile inşa edilmesi aynı tarihlere rastlar.  

 

Emevi Halifesi Velid, 714 yılında başladığı fetih hazırlıklarının neticesini göremeden vefat edince; yerine geçen kardeşi Süleyman, hazırlattığı kara ve deniz kuvvetlerini harekete geçirdi. Mesleme komutasındaki donanma, Çanakkale’yi geçerek muhasaraya başladı, Haliç önüne gerilmiş olan zincire kadar geldi. Ancak Mesleme, Rum ateşine mârûz kalınca, zayiat veren donanmasını geri çekmek mecburiyetinde kaldı. Sert geçen kış sebebiyle kara ordusunda da kayıp çoktu. Bu ağır şartlara rağmen muhasaraya devam eden Mesleme, Ömer bin Abdülaziz’in daha fazla zayiat olmaması için donanmayı geri çağırması üzerine kuşatmayı kaldırdı. Böylece üçüncü kuşatmada da fetih müyesser olmadı. 717’e Mesleme b. Abdülmelik Bizans’ı kuşattı, muhasara bir yıl kadar devam etti ancak Konstantiniyye alınamadı. Galata bu esnada fethedildi. Mesleme ve İmparator Leon arasında varılan bir anlaşma sonucu Arap Mescidi (Camii) inşa edildi ve ibadete açıldı. Ruhun zaferinin bedeli ganimet değil mabettir. Mekke’ye girip putlar kıran Peygamberin müntesipleri onun idealini tarihleştirmeye devam etti. Bugün, Arap Camii ismiyle anılan bu yapı, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey zamanında bir anlaşma mucibince tamir edilerek kullanılmaya devam edildi. Aynı anlaşma maddelerinden birine bağlı olarak da camiye Tuğrul Bey’in ok ve yaydan müteşekkil tuğrasının da konulması da istendi. Pasinler Savaşı sonucunda Doğu Anadolu’da, Bizans Devleti’nin Selçuklu ilerleyişine karşı direnci kırılmış oldu. İmparator Konstantin Balkanlarda başlayan Peçenek istilası dolayısıyla şarkta Selçuklular ile anlaşmak zorundaydı ve Tuğrul Bey’e elçi gönderip barış teklifinde bulundu. Eski Bizans, yeni Selçuklu vassalı olan Diyarbakır emiri Nasru’d-Devle Ahmed’ten aracı olmasını istedi. Tuğrul Bey, imparatorun barış önerisini kabul etti ve esir alınmış olan Liparit’i serbest bıraktı. Tuğrul Bey yapılacak anlaşmayı görüşmek için İstanbul’a Abbasi halifesi Kasım bi-Emrillah’ın akrabası Şerif Ebu’l-Fazl Nasr başkanlığında bir heyet gönderdi. 1049 yılında yapılan anlaşma sonucunda şu kararlar alındı: Emeviler devrinde, Mesleme b. Abdülmelik tarafından İstanbul’da yapılan camii ve medrese tamir edilecek. Böylece Emevilerin tarihi sürecinde Selçuklular İstanbul’daki mabedin kaderinde söz sahibi oldular. Kızıl elmaya ruhun yürüyüşü devam ediyordu.

Müteakip yıllarda Selahaddin Eyyûbi, şehir içinde olduğu anlaşılan bu cami için, İmparator Isaac ile cuma namazlarının kılınması hususunda anlaşma yaptı. Kudüs’ün zaptından sonra, 1188 tarihinde Selahaddin’e bir Bizans heyeti gelir. III. Haçlı Seferi hazırlıklarını haber veren bu heyet aynı zamanda Kudüs’teki, Ortodox Kilislerinin Bizans emrine verilmesine karşılık Emeviler devrinde yapılan bahsi geçen camide Sultan ve Halife adına hutbe okunmasını teklif ettiler. 1189’da Sultan İstanbul’a bir elçi, camiye bir minber, hatip, müezzinler ve din adamları gönderdi. Bunlar İstanbul’da Müslüman cemaati ve İslam ülkelerinden şehirde bulunan tüccarlar tarafından karşılandı. Cuma namazında Sultan adına burada hutbe okundu. İşte Selahaddin’in gerçek fethi. Açılışından sonra her sefer kiliseye dönüştürülen bu camii nihayet rivayete göre Yıldırım Bayezit’in talebiyle camiye dönüşecektir.

 

İstanbul’un fethi mukadder olunca şehrin içerisinde çıkan teslim olma tartışmalarına Bizanslı ruhban Notaras’ın verdiği “İstanbul’da Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim” tepkisi bahsi geçen (1204) büyük yıkımın hatırasından beslenir. Ayrıca Türklerin İstanbul önlerindeki gücü artık iyice ayyuka çıkınca Batı dünyasına yapılan yardım çağrılarının ancak Katolik Kilisesi’ne tabi olmak şartı ile kabul edilmesi şehirde oluşan menfi havayı daha da ağırlaştırdı. 1439 Floransa Konsülü ve yine şehrin düşmesine yakın Ayasofya’da yapılan törenlerle İmparator’un birleşmeyi kabul etmesi de Ortodoks ahali arasında büyük bir hoşnutsuzluk yaratır. Bu açıdan bakıldığında da şehir fethedilmemiş olsa idi Latinler İstanbul’u talan edecek ve daha sonra Fatih’in Ortodoksları muhafaza edişinin aksine büyük bir kıyıma girişeceklerdi. Kaldı ki 360 ve 415 yıllarında inşa edilen ayı yerdeki 2 Ayasofya’da buna benzer vesileler ile yıkılmıştı zaten. Özellikle de 2. Ayasofya’nın ahşap çatısının yakıldığı tarihi verilerle sabittir. Şüphesiz şehrin hafızasında bu bilgiler her daim korunuyordu.

1402’de İstanbul’a gelen İspanyol elçisi Clavijo, Ayasofya’yı harap ve bakımsız bir halde görmüştür. Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinin bir yazmasından öğrenilen, fakat başka kaynaklarda bulunmayan bilgiye göre, İstanbul’un fethinden birkaç yıl önce yine bir depremde zarar gören Ayasofya’nın kuzey tarafını tamir etmek üzere Ali Neccâr adındaki Türk mimarı Edirne’den İstanbul’a gönderilmiştir. Gerekli takviyeyi yapan mimar Edirne’ye dönüşünde müstakbel minarenin kaidesini de hazırladığını açıklamıştır.

Tüm bu bilgilerden anlaşılmaktadır ki Fatih’in İstanbul’u fethi bir anlamda istikametini, düzenini, letafetini kaybetmiş İstanbul ve dahi Ayasofya için bir kurtuluş olacaktı.

 

Devam edeceğiz…

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz