KAYIP SULTAN MEZARLARINDAN VATANA

0
106

KAYIP SULTAN MEZARLARINDAN VATANA

 

Efendi BARUTÇU

 

Ali Güngör’ün Aziz Hatırasına

 

 

 

Tarihte bazı hadiseler, şahsiyetler ve mekânlar hafıza niteliği kazanırlar. Milletler bu hafıza ile geçmişten geleceğe giden süreçte kendi varoluşlarını düşünürler ve günü ve geleceği değerlendirirken hareketlerini bu zaviyede tespit ederler. Türklerin tarih yolculuğunda da yollarını aydınlatan pek çok hadise, şahsiyet ve mekân vardır. Bunlar mücerret (soyut) olan varoluş hâllerinin müşahhas (somut) bir gerçeklikle kendisinin zaman ve mekânda icrası gibidirler. Tarih, bütün bu olup bitenlerin evi ve izleneceği meşheri (alan) durumundadır.

Medeniyetler zamana vurdukları damgayı maddî kültür tezahürleriyle mekâna da nakşederler. Sonsuzluğa bağlanan bu mesajlar var olanın öncesinde mirası ve geleceğe bırakılan vasiyetleridir. Bunlar devasa mekânlar olabildiği gibi bir çeşmeye iliştirilmiş bir asude bir bezeme de olabilir.

Mezarlar insanın hayatla kurduğu ilişkinin en sessiz ve derin şahitleridir. Varlığa dair önemli bir sırrı fısıldar gibidirler. Mezar taşları ise çok eski dönemlerden beri bu varlığın sessiz şahitleri gibidir, ölümle kurulan estetik bir ilişkiyi anlatırlar.

Mezar taşları, sonsuzluğa intikal edenin zaman ve mekânla süren iletişimi gibidir. Taşın niteliğinden kitabesindeki sözlere, bezemelerin şeklinden şahidelerin tarzına kadar sembolleşerek süren bir hayattır. Medeniyet, kültür, zaman ve mekân hayatın bu sessiz şahitlerine kendince katkılar sunar. Taşın türünden yazısına, işlemesinden yönüne kadar pekçok şey bu çerçevede şekillenir.

Bu mezarlarda yatanlar irfan ateşiyle şekillenen muhabbet nefesiyle gönüllere girmişler, kalpten kalbe bir sevgi yumağı ören Muhammedî bir sevdanın enginliğine varmışlardır. Fütüvvet ahlâkını ve irfan geleneğimizin efsunkâr güzelliklerini goncaya durdurmuşlar, Anadolu coğrafyasını iman nuruyla yoğurmuşlar ve bu toprakları Müslüman Türk milletine ebedi vatan kılmışlardır.

 

 

 

∗ Ankara, efendibarutcu1@gmail.com

 

Mezarlar bir vatanın tapu senedi hükmündedirler. Ölüm hayatın fiziki yönünü sonlandırsa bile şahsiyete dair hatıralar ölenin ardında kalanların hafızalarında geleceğe taşınır. Mezarlar bu manada hayatın son bulduğu bir yer olmaktan çıkar ve bu suretle mazi ile gelecek arasında bağ kurulan bir hafıza mekâna dönüşürler.

Büyük Türk tarihçisi Hüseyin Nihal Atsız Bey: “Bir millet yalnız bir insan yığını, bir vatan yalnız kuru toprak değildir. Milleti ve vatanı; millet ve vatan yapan şey hatıralar, izler, eserlerdir. Bunun için ecdadın eserleri mukaddestir. Türbelere, mezarlara bunun için saygı gösterilir.” demiştir. Hüseyin Nihal Atsız Bey’in bu konudaki hassasiyetinin canlı bir şahidi olarak merhum fikir adamı Mehmet Niyazi Özdemir Bey diyordu ki: “Biz gençlik yıllarımızda dini bayramların birinci günlerinde Atsız Hoca’yı ziyaret etmek için gittiğimizde evinde bulamazdık. Meğerse her bayram eşiyle beraber Osmanlı hakanlarının mezarlarını ziyaret eder, taşlarını kendi elleriyle yıkar, otlarını temizlermiş.”

Yine mezarlar büyük mefkûre ve hareketlerin vatan üstündeki sonsuzluk abideleridirler. İnsanlar ana hükmündeki vatanın üstünde yaşayıp zamanı gelince ana kucağında sonsuzluk uykusuna varırlar. Nurettin Topçu “Büyük mezarların üstünde büyük vatanlar vardır. Büyük ölüleri olmayan milletler ebedî olamazlar. Üzerinde büyük ruhların sevildiği topraklarda ebedi hayat ağacı yeşerir, gerçek hayat, gerçek saadet tadılır.” sözleri ile bu hakikati veciz bir şekilde ifade etmektedir. Bu bakımdan ecdat mezarları sadece ziyaret edilip dua okunacak tören mekânları olmanın ötesinde bu vatanda varlığımızın maziden geleceğe şahidi olan senetlerdir.

Bu mezar ve türbeler sayesinde devirlerin sert hayatı yumuşuyordu. Bunlar, devirlerinin asık yüzünde bir şefkat hâlesine benzerlerdi. Bunlar, Müslüman merhametinin ve müsamahasının en güzel misaliydiler. Kendisinin ebedi olduğuna inanan bir topluluk, vefat etmiş bu mukaddes insanlarla ahiret ülkesini fethediyor, onlarla ebediyetteki devletlerini, koza örer gibi kuruyordu.

Böyle bir toplumun mensubu olan kişi, aklın ve kalbin müşterek bir iman beyannamesi sayesinde, yolunun açık, ufkunun aydınlık, amacının kesinleşmiş ve hayat sisteminin ana hatlarıyla belirlenmiş olduğunu görür. “…Bu vatanın çocukları bu topraklarda yüzyıllardır bizi Türk yapan ve bir arada tutan Müslüman rüyası görüyorlardı. Doğduklarında kulaklarına ezan okunuyordu; Odalarda namaza durmuş nineler görüyor, mübarek akşamlarda bir minderin köşesinde okunan Kur’an’ın sesini işitiyor, bir raf üzerinde duran Kitab’üllah’ı indirip küçücük elleriyle açıyor, gül yağı gibi bir ruh olan sarı sayfalarını kokluyor, ilk ders olarak besmeleyi öğreniyorlardı. Kandil gecelerinin kandilleri yanarken,

 

bayram topları atılırken seviniyor, Cum’a ve bayram namazlarına babalarıyla gidiyor, camilerde şafak sökerken alınan tekbirleri dinliyor, dinin bu merhalesinden geçerek Türk oluyor ve hayata atılıyorlardı.”

Bu mezarlarda yatanlar Türkistan’ın derinliklerinden Anadolu coğrafyasına, Balkanlar’a, Afrika’nın içlerinden Sibirya’ya kadar bütün eski kültür coğrafyamızda bazen aşılmaz dağların yamaçlarında medfun oldukları yerlerde diri bir insandan daha heybetli adeta Türkleştirdiği, İslamlaştırdığı bölgenin en can alıcı yerinde, nokta nöbeti tutmakta ve rabbimizin buyurduğu: ”Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, bilakis onlar diridirler. Lakin siz anlayamazsınız.” ayetini bütün sesleriyle biz dirilere haykırmaktadırlar.

Onlar, velveleli bir hayatın sonunda dinlendirici hassaları olan bir suda yıkanır gibi bu mezarlarda uyuyorlar. Ve şimdi, biz onların mezarlarını ziyaret ederken bu sükûnun büyük bir deniz gibi etrafımızda yükseldiğini hissediyoruz. Onlar ruh kudretleriyle ve kerametleriyle şehirlerimizi muhasara ediyorlar.

Onlar “Ölmeden ölünüz.” emrini ve ebedi hakikatini hayatlarına sindirmiş, ince ruhlu rüya adamlarıdır. Onlar, Yeni Türk Devleti’nin kuruluşunu yeni bir dinin doğuşuna benzeten Horasan Erenleri’dir.

Fetih Orduları, üst üste akınlarla doğudan Anadolu’ya ve Balkanlar’a girdikçe, bu ordularla birlikte yeni vatanı şehir şehir atalarımız ve çocuklarımız adına teslim alan türbeler, camiler ve külliyeler ordusu da fethedilen şehirlerin baştan başa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş aynı zamanda onun manevî çehresini gelecek zamanlar için hiç değişmeyecek şekilde tespit etmiştir.

Bu eserler eski Türk şehirlerinin ortasında yaşanan zamanla ebediyet arasında aşılması çok kolay bir köprü gibi adeta üçüncü bir zamanı teşkil ediyorlar.

Dilimiz ve kılıcımız gibi ilk Atalar yurdundan getirdiğimiz şekilleriyle onların, kartal süzülüşü orduların arkasından girdikleri şehirlerin ortasında, etraflarındaki bütün hayat birden bire değişir, derinden kavrayan bir girdap gibi toprak kendisine yeni bir ruh ve yeni bir nizam verildiğini duyardı.

Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini imanla istedikleri bir ruh ve gayretleri vardı. Taş ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu.

 

Orhun Abideleri ile geleceğe miras kalan ve mührünü vuran Türk geleneği, ülkenin en doğusunda nöbet bekler gibi Ahlat’ta vatanı beklemeye devam eden mezar taşları ile sonsuzluğu isteyen bir medeniyetin sonsuzluğa açılan bir millet bahçesi gibidir.

Bu hikâyelerin yazarı olan taş ustaları, İslam öncesinin “balbal”larını İslamî anlayışa taşımışlardı.

İşte Ahlat Selçuklu Mezarlığı, ulaştıkları yüksek medeniyetin ifadesi olarak karşımızda durmaktadır. Buradaki sanat eserleri İslam’la buluşmanın Türkistan’dan başlayan yürüyüşün Avrupa’ya taşıdıkları “köz”ün hikâyesini anlatmaktadır.

Atalarımız, kadim ejder motiflerini de İslamî dönemin nefis geometrik süslemelerini, bitkisel motiflerini, hat sanatını yan yana kullanmışlardı. Mezar taşı olmanın çok ötesine geçen bu sanat eserlerinde tasavvufî bir tavırla dünyanın geçici olduğunu, Tanrı’dan yansıyan güzelliği aramayı, iyi olmayı ve iyilik yapmayı öğütlemişlerdi.

  1. ve 13. yüzyılların büyük kargaşalarının içinde mezar taşlarına varana kadar yüksek bir medeniyet inşa eden Selçuklular’ın son kolu da 1308 yılında yıkılmış, sanatlarını, tasavvufu, medreselerini, Ahiliği, vakıflarını, devlet ve ordu teşkilatlarını Osmanlı Türk Devleti’ne miras bırakarak tarih sahnesinden çekilmişlerdi.

Müslüman Türk şuuru ,Osmanlı şuurunda, mülkü ya da vatanı şen etmek, insanca yaşanacak şehirler kurmak bir vazifeydi.

Türk milleti şehirleri kurarken, yeni hayatın merkezine; dini, bilgiyi, tasavvufu, temizliği, ekonomiyi koyarak şehir imar etmeye başlar, Cami, medrese, hamam, hanlar yapar, dergâhlar kurardı.

Doğu Roma’nın başşehrini elli yılda “Türk İstanbul” yapan bu anlayıştır. Bursa’da böyle bir Türk şehri olmuştur.

Atalarımız, insanın vazifesinin dünyayı güzelleştirmek olduğuna inanırlardı.

 

Bu ruh ve imanla kurulan bu şehirlerin bir özelliği de ihtiyacın ötesine gitmeyen, mütevazı, sade ama güzel evleriydi. İnsanı küçültmeyen, saygılı sokaklarıyla tasavvuf ruhunun inşa edilmiş olmasıydı.

Allah’ın varlığı karşısında bir zerre olduğunu bilen bir derviş gibi… Mütevazı… Güzel… Sevimli…

 

Sultan Alparslan’ın Malazgirt Meydan Muharebesiyle Doğu Roma karşısında kazandığı zafer Anadolu kapılarını Türklere açtığı gibi bu coğrafyada cereyan edecek pek çok tarihi hadisenin başlamasına da vesile olmuştur.

Anadolu Türkler’in tarihî mecrasında önlerine açılan ve Türkiyeleştirdikleri bir vatandır. Bu mekânın vatan oluşunda ise bir çok olay ve kişinin emeği vardır.

Türkistan Irmağı’nın Anadolu’yu Türkiye eyleyecek bir kolu bu zaferden sonra Rum ülkesinde açılmıştır. Çağının büyük tarihçilerinin kendisine “Cihân Sultanı” (Fatihler Babası) ve “Sultanül Adil” unvanını verdikleri Sultan Alparslan’ın büyük fetihleri ve İslamiyet’e hizmetleri dolayısıyla şahsiyeti dini efsanelere bürünmüş ve “Gazi- Şehit” sıfatlarıyla anılıp, Yavuz Sultan Selim Han gibi velilik kerametleri atfolunmuştur.

Büyük Türk Hakanı Sultan Alparslan hükümdarlığının dokuzuncu yılında Ceyhun tarafında Berzem Kalesi kuşatmasında Hicri 465 yılının Sefer ayının son günü (m. 14 Kasım 1072) Berzem Kumandanı Yusuf Berzemî tarafından şehit edilmiştir. Tarihi kaynaklarda bu suikast sonucu Merv’de defnedildiği nakledilse de ne yazık ki bu büyük Sultan’ın kabri de kayıptır. Sultan’ın kayıp kabrine Fatihalar yollarken devletimizin bu mezarın bulunması konusunda başlattığı çalışmaların yeniden hızlanarak sonuçlanması en büyük temennimizdir.

Anadolu’nun kapısını Türklere açan Sultan Alparslan’dan, Gazi Mustafa Kemal’in kabrine, vatan uğrunda fedayı can eyleyen tüm şehitlerimizin ve atalarımızın mezarlarıyla bu vatanda biz oluruz.

Bu manada Sultan I. Kılıç Arslan’ın Silvan’da yer aldığı bilinen ama tam yeri ilgililerince bile meçhul mezarlar gibi niceleri bizi bu vatanda millet kılmaya devam ediyorlar.

Menkıbeler halk muhayyilesinde masalsı boyutlara kavuşsa da çekirdeğinde gerçeği barındırır.

Bu abide şahsiyetlerin menkıbevi hayatları sosyal vicdanın yaratmış olduğu şahsiyetler olduğu için tarihî hakikatlere uygun olmasa da büyük bir sosyal kıymete maliktir.

Bu kayıp mezarlardan birisi de bahsi geçen menkıbevi hayatlardan birini yaşamış olan yanardağ ruhlu, çelik iradeli, kahraman Celaleddin Harzemşah’a aittir. Moğol istilalarının yakıp yıktığı Türkistan coğrafyasında taş üstünde taş ,boyun üstünde başın bırakılmadığı bir cehennemi hava yaşanmaktadır. Celaleddin Harzemşah işte böyle bir hengamede yıkılan, dağılmış Harizmşahlar İmparatorluğu’nun enkazı üzerine sahneye çıkmıştı.

 

Mavera’ün Nehir, Mazenderan, Harizm, Horasan, Güney Türkistan, Irak-ı Acem, Azerbaycan; hasılı bütün İslam memaliki istila ve kıyımlarla boğuşuyorken destanlar çağından kopup gelmiş gibi asrının yüzüne bazen gurur bazen de acıyla gülümseyen bu büyük kahramanın Moğollara karşı amansız savaşlarda saydığımız coğrafyalarda atının nalının değmediği tek bir karış toprak kalmamış gibidir.

Hayat ve mücadelesini “Bizler zafere değil sefere memuruz, zafer Allah’ın takdirindedir.” Şiarıyla sürdürmüştür. Yaşadığı çağda mahşeri vicdan onun kılıcında hem zülfikarı hem AfrÂsiyap’ı görmüş her ikisinden de izler bulmuştur. Nitekim Kemal İsfahanî’nin:

“ Senden başka hangi sultandı ki

 

Atını Tiflis’te otlatmış, Umman’da sulamış olsun” mısraları bu mahşeri vicdanın şairane ifadesidir.

İndus Nehri kıyılarında Cengiz Han’ın bizzat kumanda ettiği Moğol ordusunun kuşatmasını yararak yaralı bir aslan gibi “Beni sevenler hayatta ve ölümde benimle beraber olurlar” diye haykırarak Moğollar’ın içine dalıp atının sırtında olduğu halde yirmi metre yükseklikten kendini İndus Nehri’ne atan ve karşı sahile ulaşan İslam’ın bu büyük kahramanına Cengiz Han hayranlığını şöyle ifade edecekti: “Böyle bir oğula sahip olan babaya ne mutlu! Su ve ateş gibi iki bela girdabından kendini kurtarıp sahile vardı. Onun karşısında akıllı bir insan nasıl gafil durabilir.” (Cüveyni;116)

Cihangirliği kadar talihsizliği ile de bilinen bu büyük kahramanın akıbeti çok hazin olmuştur. Eb’ul Farrac ve Nesevî’ye göre Silvan civarında Moğollarla yaptığı muharebede mağlup olması üzerine yalnız başına çekildiği Sufnaya Dağları’nda üzerindeki elbiselere tamah eden eşkıyalar tarafından katledilmiştir.

Bu büyük cihangirin mezarının bulunması da hem tarihe karşı borcumuzu ödememizi sağlayacak hem de Türkistan Türklüğü ile Anadolu Türklüğü’nün, Diyarbakır’la Harizm’in arasında yeni gönül köprülerinin açılmasına yol açacaktır.

Bu mezarların binlercesi kaybolmuş birkaç tanesi kalmış olsa da o muhteşem fatihlerin aziz hatıralarını yaşatmaya yetecektir.

 

Malumlarınız olduğunuz üzere Alparslan’ın Anadolu kapılarını açan zaferinden sonra burada pek çok beylikler ve devletler kuruldu. Türkiye Selçukluları bunların en önemlisi ve Osmanlıya geçişteki en büyük devletimizdir.

Bu devirde Rum ülkesi bizzat batılı kaynaklarda Türkiye diye anılmaya başlayacaktır. İşte bu devletin büyük Sultanı I. Kılıçarslan devletin kökleşip gelişmesinde, Haçlılarla mücadelede büyük gayretler içine girmiştir.

Nihayet giriştiği bir hâkimiyet mücadelesinde hayatını kaybeden bu Sultanın mezarı yurdun kapısını açan Sultan Alparslan gibi bugün malumumuz değildir. En azından mevcut bilgilerimizle yerini bilmiyoruz.

  1. Kılıçarslan’ın mezarı meselesinin hikâyesini hatırlamak icap ederse; “Kılıçarslan’ın el-Cezîre ve Kuzey Suriye’de hâkimiyet kurmasından rahatsızlık duyan Mardin Artuklu Beyi Necmeddin İlgazi ile Halep Meliki Rıdvân ona karşı Çavlı ile birleşerek Kılıçarslan’ın hâkimiyetini kabul etmiş olan Rahbe’yi ele geçirdiler (24 Ramazan 500 / 19 Mayıs 1107) Bunu haber alan Kılıçarslan, Çavlı üzerine yürümeye karar verdi. Kılıçarslan ordusunun önemli bir kısmını Balkanlar’daki bir gaileden dolayı Bizans’a yardıma göndermiş bölgeye az bir kuvvetle gelmişti. Kılıçarslan’ın yanındaki beyler Çavlı’nın askerlerinin çokluğunu fark edince savaşı göze alamayıp çekildiler.

Kılıçarslan’ın kuvvetinin iyice azalmasından yararlanan Çavlı hemen saldırıyı başlattı (20 Zilkade 500 / 13 Temmuz 1107). Kılıçarslan, sayılarının azlığından dolayı daha savaşın başında moralleri bozulan askerlerinin savaş alanından kaçmaya başlamaları üzerine artık başarıya ulaşmanın mümkün olmadığını anladı. Esir düşmemek için karşı kıyıya geçmek amacıyla atını Habur suyuna sürdü. Fakat zırhlı olduğu için Habur’u geçemeyip atıyla birlikte sulara gömüldü.

Cesedi birkaç gün sonra Habur’un Şemsâniye köyü yakınlarında bulundu. Cenazesi Silvan (Meyyâfârikin)’a götürüldü. Atabegi Humartaş burada onun için “Kubbetü’s-sultan” adıyla meşhur olan bir türbe yaptırdı. Oğlu Sultan I. Mesud 1143-44 yılında babasının mezarını Konya’ya nakletmek istemişse de bu gerçekleşmemiştir. (Işın Demirkent, Kılıçarslan, DİA., c.25, s. 399.)”

Bizim bu meseleye dahil olmamızın kısa hikayesi ise şöyledir: 2014 yılı Ağustos ayında Mersin eski Milletvekili Ali Güngör’ü rahatsızlığı sebebiyle tedavi gördüğü Ankara’daki hastaneye, bir arkadaşımızla beraber geçmiş olsun ziyaretine gitmiştik. Ali Bey hastane

 

bahçesine indi ve bir süre sohbet ettik. Bize şöyle dedi: “Arkadaşlar inşallah ben bu hastalığı yeneceğim. İyileştikten sonra da Diyarbakır’a giderek Silvan’daki Selçuklu Sultanı I. Kılıçaslan’ın mezarını ziyaret edeceğim. Cenabı-ı Hak imkân ve ömür verirse, Hasan dağının eteklerinde de Türk-İslam Dünyasının abidelerinin yer alacağı “Türk Dünyası Açık Hava Müzesi” yapılmasına öncülük edeceğim. “

Ne yazık ki Ali Güngör’ü bu ziyaretimizden kısa bir süre sonra 16 Ekim 2014 tarihinde ahiret yurduna yolcu edip sonsuzluğa uğurladık.

Merhum Ali Güngör’ün bu sözlerini bir vasiyet sayarak Diyarbakır Silvan’a gelip Sultan

  1. Kılıçaslan’ın kabrini ziyaret etmeye ahd ettim. Zira bunların bilinmesi ve ziyaretleri ile hatıralarının şenlendirilip mefkûrelerinin geleceğe taşınması, milletimize düşman olan ve huzurumuza hançer çekerek bölgede hak iddia eden tüm sefillerin zehirli tesirlerinden vatanı koruyacaktır.

Diyarbakır’ın yetiştirdiği değerli vatan evlatlarından Recep ALYAMAÇ Bey ile sözleşerek 06 Ekim 2018 tarihinde Diyarbakır’a geldik.

Muradımız, kadim Türk-İslam şehri Diyarbakır’ın tarihi mekânlarını dolaşıp, sahabe kabirlerini, evliya türbelerini ziyaret edip, oradan Silvan’a geçip Silvan’da (Meyyâfârikîn) medfun olan Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın kabrinde dua etmekti.

Diyarbakır da buluştuğumuz bir grup arkadaşımızla Silvan’a geçtik. Biz o ana kadar – külliye yıkılıp dağılsa da- Sultanın kabrinin halen ziyaret edilen tarihî bir mekân olarak ayakta kaldığını tahayyül ediyorduk. Ama heyhat(!) halka sorduğumuzda; hiç kimse bilmiyordu.

Ankara’da İçişleri Bakanlığı Özel Kalem’inde çalışan bir tanıdığımı telefonla arayarak Silvan Kaymakamı’ndan mezarın yerini öğrenmesini istedik. O tarihteki Silvan Kaymakam Bey de bilmiyormuş. Diyarbakır İl Kültür Müdürü’ne sordurduk. Oradan da mezarın yerinin bilinmediği cevabını aldık. Büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştık.

Ertesi gün Ankara’ya avdetimde ilk işim başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere muhtelif makamlara birer aşağıda bir nüshasını sizlerle paylaştığım mektup ile konuyu arz etmek ve Silvan’da Sultan I. Kılıçaslan’ın kayıp mezarının bulunup, Kubbetü’s-Sultan’ın yeniden inşa ve ihyasını talep etmek oldu.

 

Baştan Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere aşağıdaki listede belirtilen muhtelif makamlara aynı muhtevada birer mektup gönderdim.

 

  Gönderilen Makam Gönderildiği Tarih Teslim    Alınan Tarih Teslim          Alan Görevli Teslim Eden

 

PTT Görevlisi

1 Türkiye                           Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına 15.10.2018      
2 T.C Kültür ve Turizm Bakanlığına 16.10.2018 18.10.2018 Nesibe ÇOLAK Şenol SERTELLİ
3 T.C. Diyarbakır Valiliği

(Hasan Basri GÜZELOĞLU)

16.10.2018 18.10.2018 Fehmiye ÖZEK Metin AÇAR
4 T.C Türk Tarih Kurumu Başkanlığı 16.10.2018 22.10.18 Seda           Demir ERDEM M. ÇOĞUN
5 T.C. Diyarbakır Belediye Başkanlığı (Kayyım Belediye Başkanı Cumali

ATİLA)

16.10.2018 18.10.2018 İsmail ÖZEV Gülhan ÇAKIRÜNAL

 

 

Daha sonra, 10 Ocak 2019 tarihinde T.C. Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk DURSUN Bey’i makamında ziyaret ederek aynı muhtevadaki dilekçeyi kendisine takdim edip konuya alâka göstermelerini rica ettim. Bakanlık danışmanı Prof. Dr. Fahri TEMİZYÜREK Bey’i makamına davet ederek; “Derhal bir kazı heyeti kuralım ve bu konuyu ivedilikle takip edelim” talimatı verdi. Sayın Bakan’ın özel kaleminden Haziran ayında tekrar görüşmek üzere bir gün ve saat verilmişti. Ancak görüşmenin hemen öncesinde Bakanlıktan arayarak Sayın Bakan’ın zarurî bir seyahatinin olduğunu ve bizi tekrar arayacaklarını belirttiler. Fakat 19 Ağustos 2019 tarihinde elim bir trafik kazasında Sayın Bakan’ın vefatı üzerine bu görüşmemiz gerçekleşemedi.

Yukarıda bilgilerini yazdığımız mektuplar/dilekçelerden T.C. Diyarbakır Belediye Başkanlığı, Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı’ndan tarafıma gönderilen Başkan adına Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı Ali Fuat EKER imzalı, 30.10.2018 tarihli ve 98346417- 21.00-583-9177 sayılı cevap aşağıdaki gibidir (Yazının bir örneği ektedir):

“Anadolu Selçuklu Devleti 3. Hükümdarı Sultan I. Kılıçarslan’ın naaşının bulunduğu

Kubbet-üs Sultan türbesinin günümüzdeki konumu bilinmemektedir. Bahsi geçen türbenin

 

yerinin ve kalıntılarının bulunabilmesi için varsa elinizdeki bilgi ve belgelerin kurumumuzla paylaşılması hususunda gereğini arz/rica ederim.”

Bu yazıya cevaben Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığına 21.01.2019 tarihinde bir yazıyla elimdeki bilgi ve belgelerin birer nüshasını gönderdim.

  • Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde Prof. Dr. Işın DEMİRKENT Hanımefendi tarafından yazılan Sultan I. Kılıçarslan maddesinin bir örneğini
  • Büyük Tarihçi Prof. Dr. Osman TURAN hocanın “Selçuklular Zamanında Türkiye” isimli eserinde Sultan I. Kılıçarslan’ın vefatı ve Meyyâfârikīn(Silvan)’e defnedilmesi ile ilgili kitabın konuyla ilgili bölümü
  • Işın DEMİRKENT, “Kılıçarslan I” , DİA, İstanbul 2002 s. 398
  • Ahmet SAVRAN, “Meyyafarikin” , DİA, C. 29, İstanbul 2004 s 512
  • Işın DEMİRKENT, Türkiye Selçuklu Hükümdarı, Sultan Kılıç Arslan, Ankara 2014, s 62-64
  • ABÜ’L-FARAC, Gregory Bar Hebracus, Abu’l Farac Tarihi, C. II, çev. Ömer Rıza DOĞRUL, 2 baskı, TTK yay, Ankara 1987
  • ERSAN, Mehmet Mustafa Alican, Osmanlıdan Önce Onlar Vardı Türkiye Selçukluları, Timaş yay. , İstanbul 2013
  • GÜNLER, Mevlüt, Türkiye Selçuklu Devleti’nde Saltanat Mücadeleleri ve Devlet ile Toplum Üzerindeki Etkileri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2010
  • ÖNKAL, Hakkı, Selçuklu – Osmanlı Sultanları ve Türbeleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü yay, Ankara 1999
  • Savran AHMET, “Meyyâfârikīn” , DİA, C, 29, İstanbul 2004, s. 511-512
  • Sevim, Ali – Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilat ve Kültür, TTK yay., Ankara 1995
  • Bu bölgeyi çalışan ve hala hayatta olan Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan ÇELİK Beyin isim ve telefon numarası
  • Muş Alparslan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doçent Dr. Mustafa ALİCAN(Halen Malatya Turgut Özal Üniversitesi Bölüm Başkanı Prof. Dr.)’ın isim ve telefon numaraları da eklenerek gerektiğinde bu kişilerden bilgi anılabileceğini ifade ettim.

 

21.02.2020 tarihinde T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına aşağıdaki dilekçeyi gönderdim:

“Sayın Cumhurbaşkanı’na 15.10.2018 tarihli “Tarihi kayıtlarda Diyarbakır’ın Silvan ilçesi sınırlarında olduğu belirtilen Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın Türbesinin yeniden ihyası” konusundaki dilekçemize o ana kadar cevap alamadığımızı, söz konusu dilekçelerimizin akıbetini ve dilekçelerimizde bahsettiğimiz hususlarla ilgili herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığı hususunun tarafımıza bildirilmesini istedim. T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi(CİMER) aldığımız 2000108996 sayılı cevabi yazıda başvurumuzun 18.06.2020 tarihinde Diyarbakır Arkeoloji Müzesi tarafından cevaplandırıldığı belirtilmiştir ve cevap özetle aşağıdaki gibidir:

“2016 yılında 2863 sayılı kanun kapsamında bölgede incelemeler yapıldığı, çok sayıda mezarlar bulunduğu ancak mezarlar üzerinde herhangi bir yazıt olmaması sebebiyle, kimlere ait olduklarının tespit edilemediği belirtilmektedir.

“Müdürlüğümüzce aynı konu ile ilgili, 26.02.2020 tarihli ve 2000512119 sayılı başvuru 19.03.2020 tarihinde, belirtilen başvurunun 2863 Sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilecek olan kısmı tarafımızca cevaplandırılmıştır. Verilen cevapta: 2016 yılında Sultan I. Kılıçarslan’ın mezarına ilişkin Müdürlüğümüzce İlimiz, Silvan İlçesi, Susuz Köyü, Serap Mevkii’nde 2863 Sayılı Kanun kapsamında incelemeler yapıldığı, belirtilen mevkiide mezarlık alan tespit edildiği ancak mezarlar üzerinde herhangi bir yazıt olmaması sebebiyle mezarların kime ait olduklarının tespit edilemediği, söz konusu mezarlık alanın, Müdürlüğümüzce tescile önerildiği ve Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 19.10.2016 gün ve 4282 sayılı kararı ile tescillenerek koruma altına alındığı bilgisi verilmiştir. Ancak, cevabımızın not kısmında “E-Posta ve telefon bilgilerine ulaşılamadığından cevap sisteme kaydedilecektir.” ibaresinin bulunduğu görülmüştür.

Bilgilerinize sunarız.“

 

T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına gönderdiğimiz yukarıdaki dilekçemizin Vakıflar Bölge Müdürlüğüne gönderilmesi üzerine ilgili kurumdan gelen cevap şu şekildedir : Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak mülkiyeti idaremize ait eserlerle alakalı uygulama yapılmaktadır. İş bu sebeple ilgi dilekçede belirtilen hususlarla ilgili bir işlem yapılamamaktadır”

 

31 Aralık 2019 tarihinde T.C. Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Sayın Serdar ÇAM Bey’i makamında ziyaret edip, muhtevası öncekilerin aynısı olan bir mektup bırakarak kendilerine konuyu anlattım. Sağ olsunlar çok yakın alâka gösterdiler. Özel Kalem Müdürünü çağırarak; “Bu konuyu takip edelim, bir kazı heyeti oluşturalım ve Efendi Bey’i de bu ekibe dâhil edelim.” diye talimat verdi. Fakat Türkiye’yi ve Dünya’yı büyük ölçüde tesir altına alan Coronavirüs salgını sebebiyle böyle bir çalışma mümkün olamadı.

İki seneyi aşan bütün bu çabalarımızın sonuca ulaşamaması bizi asla yıldırmamış ve en son 12.08.2020 tarihinde Diyarbakır’ın mevcut Valisi Sayın Münir KARALOĞLU Bey’e hitaben 13.08.2020 tarihinde ekteki mektubu göndererek, özetle tarihi belgelerin ışığında Silvan’da medfun olduğu kesin olarak bilinen Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın mezarının bulunması, “Kubbet-üs Sultan”ın yeniden ihyasını talep ettim.

 

Sayın Münir KARALOĞLU, Vali, Diyarbakır

Ankara

 

 

 

Konu: Silvan’da kayıp Sultan I. Kılıçarslan Türbesi’nin yeniden ihyası Sayın Valim;

Malumlarınız olduğu üzere, Türk Milletinin beğendiği benimsediği siyaset ve devlet adamlarıyla ahlâk kahramanlarına, ölümünden sonra verdiği tek bir rütbe vardı: Evliyalık. Onların yattıkları yerlerin mezarlık haline gelmesi, daha sonra ruhaniyetlerinden feyz almak isteyenlerin onlara komşu olmayı tercih etmelerindendir. Bu mezarlarda yatanlar irfan ateşiyle şekillenen muhabbet nefesiyle gönüllere girmişler, kalpten kalbe bir sevgi yumağı ören Muhammedî bir sevdanın enginliğine varmışlar, fütüvvet ahlâkını ve irfan geleneğimizin efsunkâr güzelliklerini goncaya durdurmuşlar, Anadolu coğrafyasını iman nuruyla yoğurmuşlar ve bu toprakları Müslüman Türk milletine ebedi vatan kılmışlardır.

Mezarlar bir vatanın tapu senedi hükmündedirler. Ölüm hayatın fiziki yönünü sonlandırsa bile şahsiyete dair hatıralar ölenin ardında kalanların hafızalarında geleceğe taşınır. Mezarlar bu manada hayatın son bulduğu bir yer olmaktan çıkar ve bu suretle mazi ile gelecek arasında bağ kurulan bir hafıza mekâna dönüşürler.

Yine mezarlar büyük mefkûre ve hareketlerin vatan üstündeki sonsuzluk abideleridirler. İnsanlar ana hükmündeki vatanın üstünde yaşayıp zamanı gelince ana kucağında sonsuzluk uykusuna varırlar. Nurettin Topçu “Büyük mezarların üstünde büyük vatanlar vardır. Büyük ölüleri olmayan milletler ebedî olamazlar. Üzerinde büyük ruhların sevildiği topraklarda ebedihayat ağacı yeşerir, gerçek hayat, gerçek saadet tadılır” sözleri ile bu hakikati veciz bir

 

şekilde ifade etmektedir. Bu bakımdan ecdat mezarları sadece ziyaret edilip dua okunacak tören mekânları olmanın ötesinde bu vatanda varlığımızın maziden geleceğe şahidi olan senetlerdir.

Orhun Abideleri ile geleceğe miras kalan ve mührünü vuran Türk geleneği, ülkenin en doğusunda nöbet bekler gibi Ahlat’ta vatanı beklemeye devam eden mezar taşları ile sonsuzluğu isteyen bir medeniyetin sonsuzluğa açılan bir millet bahçesi gibidir.

Anadolu’nun kapısını Türklere açan ilk fatihlerden, Mustafa Kemal Atatürk’ün kabrine, vatan uğrunda fedayı can eyleyen tüm şehitlerimizin ve atalarımızın mezarlarıyla bu vatanda biz oluruz. Bu manada Sultan I. Kılıç Arslan’ın Silvan’da yer aldığı bilinen, ama tam yeri ilgililerince bile! meçhul mezarlar gibi niceleri bizi bu vatanda millet kılmaya devam ediyorlar. Bunların bilinmesi ve ziyaretleri ile hatıralarının şenlendirilip geleceğe mefkûrelerinin taşınması, milletimize düşman olan ve bölgede hak iddia eden tüm sefillerin zehirli tesirlerinden vatanı koruyacaktır.

Sayın Valim;

 

6-7 Ekim 2018 tarihlerinde, tarihi mekânlarını dolaşıp, sahabe kabirlerini, evliya türbelerini ziyaret edip, oradan Silvan’a geçip Silvan’da (meyyâfârikin) medfun olan Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın kabrinde dua etmek muradı ile kadim Türk İslam şehri Diyarbakır’a bir ziyarette bulundum. Tarihi kayıtlara göre Sultan I. Kılıçarslan, Diyarbakır, El-Cezire ve Musul hâkimi Çavlı’ya karşı verdiği savaşta Habur’da boğulmuş ve Atabey’i Humartaş tarafından yaptırılan Kutbetü’s-sultan adı verilen türbeye 13 Temmuz 1107 (20 Zilkade 500) tarihinde defnedilmiştir. Silvan’a ulaştığımızda ne yazık ki halktan hiç kimse Kutbetü’s-sultan’ın yerini bilmiyordu. Her kademedeki mülki ve idari erkâna sorduğumuzda da aynı hazin cevabı aldık. Kabrin yeri bilinmiyordu hatta bazıları Sultanın burada medfun olduğundan dahi habersizdi.

İnsanlığa hizmet uğruna bir ömür vermiş, bir hayat sunmuş bu vefakâr, cefakâr, hizmetkâr ve cengâver büyüklerimize sevgi ve hürmet beslerken, onlardan aldığımız dünyamızı da ahiretimizi de huzura dönüştürecek Türk-İslam manevi mirasını, gelecek nesillere bırakacak yazılı eserlerle, onların hatırasına dikeceğimiz abidelerle, mezarların üzerine inşa edeceğimiz türbelerle aktarma görevimiz vardır.

Sayın Valim;

 

Vefa sadakatin nişanesidir. Rahmet inayet ve şefkat vefalı olanlara gelir. Ahde vefa göstermek imanın gereğidir. “Ahde vefası olmayanın imanı ve dini olmaz” buyrulmuştur. Bendeniz bir Türk evladı olarak, Zat-ı Devletlerinden Sultan I. Kılıçarslan’ın Silvan’da şu anda meçhul bulunan ve tarihi kayıtlarda Kutbetü’s-sultan olarak bilinen mezarının yeniden ihyasını talep etmekle milletimin hissiyatına tercüman olduğum inancındayım.

Kısaca arz etmemiz gerekirse;

 

  • Evvel emirde, Kültür Bakanlığı, Türk Tarih Kurumu, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Dicle Üniversitesi Rektörlüğü işbirliği ile Sultan I.Kılıçarslan adına bir bilgi şöleni tertibi;

 

  • Kültür Bakanlığı yetkililerince bir mimari yarışma düzenlendikten sonra Silvan’da inşa edilecek bir Millet Bahçesi dâhilinde Sultan I. Kılıçarslan’a dair Selçuklu mimarisi tarzında makam mahiyetindeki bir türbenin inşası;

hususlarında talimatlarınızı arz ederek, şahsınızda Türk Milleti’nin Sultan I. Kılıçarslan’a vefa duygusunun bu şekilde bir nebze de olsa gösterileceğine dair ümidimizi ifade etmek isteriz. Saygılarımla

 

 

 

 

Adres:

Çukurambar Mah. 1425. Cad. Nu: 4/14 Beyaz Konak Binası Çankaya/ANKARA Tel.: 0 532 334 42 97

El. Mek.: efendibarutcu1@gmail.com

15.10.2018

Efendi Barutcu

 

 

 

Birkaç gün sonra cep telefonumdan, Dicle Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı ve Rektörlük Danışmanı Doç. Dr. Oktay BOZAN Bey tarafından arandım ve kendisini tanıttıktan sonra şöyle söyledi:

-“Siz Sayın Valimiz Münir KARALOĞLU Beye Sultan I. Kılıçarslan’ın mezarının bulunması konusunda bir mektup yazmışsınız. Üniversitemizin Rektörü Prof. Dr. Mehmet KARAKOÇ görevine yakın günlerde başlamıştı. Vali Beye bir nezaket ziyareti sırasında, Vali Bey sizin mektubunuzu vererek “Hocam inşallah bu mezarı bulalım” talimatı vermiş, bunun üzerine üniversitemizde bir araştırma heyeti oluşturduk. “Sizin elinizde de ilaveten bir bilgi ve belge varsa bizimle paylaşmanızı rica ediyoruz”

dedi. Bunun üzerine elimdeki bütün belge ve bilgileri Oktay Bey’e de gönderdim.

 

12 Ocak 2021 tarihinde öğle saatlerinde Ankara’da bir arkadaşımın yazıhanesinde otururken, telefonumda kayıtlı olmayan bir numaradan arandım. Telefonu açtığımda:

  • Ben Dicle Üniversitesi Rektörü Dr. Mehmet KARAKOÇ’um. Efendi BARUTÇU ile mi görüşüyorum? diye sordu. Evet, Efendim Bendenizim” cevabını vermem üzere:

 

  • “Gözünüz aydın, Sultan Kılıçarslan’ın mezarını bulduk.” dedi.

 

 

İçimi büyük bir sevinç kaplamıştı. Heyecandan sanki yüreğim göğüs kafesime sığmaz olmuştu.

 

  • “Hocam sizlere müteşekkiriz, Allah sizlerden razı olsun. Siz ve araştırma heyetindeki arkadaşlarınız çok müstesna bir hizmet ifa Sonsuz teşekkürler ediyoruz” şeklindeki sözlerim üzerine:
  • “Asıl biz size teşekkür ederiz. Siz Vali Beye o mektubu yazmasaydınız, bizler konudan haberdar olamazdık”

Daha sonra telefonumda (04122802011) numaralı sabit hattan bir cevapsız arama gördüm.

Cevaben arayıp kendimi tanıttım.

 

“Burası Diyarbakır Valiliği, Sayın Valimiz sizinle görüşmek istiyor” dediler. SayınValimizin telefondaki ilk sözü:

  • “Müjdeyi aldınız mı?”
  • “Evet, sayın Valim sizlere müteşekkiriz” diye cevap
  • “Hayır, hayır asıl biz size teşekkür Sizin o mektubu yazmanız bize ışık oldu, yol gösterici oldu. Yoksa biz nereden haberdar olacaktık.” diye cevapladı. Ve ilaveten:
  • “Hainler “Kubbet-üs Sultan”ın olduğu bölgeyi dümdüz etmişler. İnşallah oraya öyle bir abide dikeceğiz ki, yüzyıllarca ayakta kalacak, abidenin açılışına sizi de davet edeceğim”

Sultan I. Kılıçarslan’ın kayıp mezarının bulunması muhtelif televizyon kanallarında da uzun uzun yayınlandı.1

Derin Tarih Dergisinin Şubat 2021 tarihli 107. Sayısında da Kayıp Mezarın nasıl bulunduğuna dair geniş bir dosya yayınlanmış, Doç. Dr. Oktay BOZAN ve Doç. Dr. Mustafa ALİCAN hocaların görüşlerine geniş yer verilmişti.

Bu sevinçli haberden sonra, Dicle Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi Mimar Prof. Dr. Aysel ALYAMAÇ Hanımefendi telefonla arayarak “Rektör Bey’in kendisinden “Kubbet-üs Sultan”ın yeniden inşası için bir mimari proje hazırlamasını istediğini” belirtti.

Arka arkaya aldığımız bu sevindirici haberlerle ümidimiz gittikçe artıyordu. Lakin bir ara uzun bir sessizlik oldu. Geçtiğimiz Ramazan Bayramından bir gün önce, bayramlarını tebrik

1 https://www.youtube.com/watch?v=0EIi5CHW-ao (e.t. 12.01.2021)

https://www.youtube.com/watch?v=Us2pndOLMBM (e.t. 12.01.2021)

https://www.youtube.com/watch?v=xNMSq-STIlI (e.t. 12.01.2021)

 

için Sayın Rektörümüzü ve Sayın Valimizi aradım. Rektör hocamız “Konunun Kültür Bakanlığı’nın takibine geçtiğini, Bakanlığın DNA ve Karbon Testi yaptıracaklarını söylediğini” belirttiler. Sayın Valimizle de tebrikleşme esnasında “Sayın Valim Sultan I. Kılıçarslan’ın vefat yıldönümü olan 13 Temmuz’da “Kubbet-üs Sultan”ın inşasının temel atma töreninin yapılacağını ümit ediyorduk” dediğimde “Konuyu Kültür Bakanlığı ele aldı ve takip etmeye başladı” dediler.

Bunun üzerine eski Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin Bey’i telefonla arayarak konuyu kısaca özetledim ve televizyon haberlerinin videolarını ve Derin Tarih dergisinin konuyla ilgili sayfalarını kendilerine gönderdim. Ve bu konuda; yardımlarına ihtiyacımız olduğunu belirttim. Sağ olsun Sayın Başkan çok yakın alaka gösterdi. “Kültür Bakanlığı yetkilileriyle görüşeceğim” dedi. Birkaç gün sonra, yine bizde kayıtlı olmayan bir numaradan arandım. Telefon eden şahıs:

  • “Ben Kültür Bakan Yardımcısı Nadir ALPARSLAN’ım. Mehmet Ali ŞAHİN Başkanımız beni aradı ve sizinle görüşmemi rica etti. Buyurun sizi dinliyorum.” Ben de 2018’den o güne kadar ki gelişmeleri kısaca özetledim. Sayın Bakan cevaben:
  • “Ama Kültür Bakanlığı uzmanlarımız böyle düşünmüyor. O mezarın Sultan’ın mezarı olması mümkün değil. Ayrıca Konyalı Sivil Toplum Kuruluşları ve siyasetçiler de Sultan Kılıçarslan’ın mezarı Konya’da diye iddia ediyorlar.” dedi.

 

 

Ben cevaben gerekçelerimi açıkladım. Ve ileri ki günlerde Bakanlıktaki makamında buluşmak üzere sözleştik.

2021 yılının Mayıs ayının sonlarında Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlarından Sayın Yalçın Topçu Bey’den görüşme talep ederek ziyaretine gittim. Aynı şekilde; konuyla ilgili bütün bilgi ve belgelerin birer örneğini bir dosya halinde kendilerine takdim ettim. Meselenin ehemmiyetini uzun uzun anlattım. Ve kendisinden hem Sayın Cumhurbaşkanı nezdinde hem deKültür Bakanlığı yetkilileri nezdinde teşebbüslerimize destek olmasını rica ettim. Daha önce Sayın Cumhurbaşkanımıza gönderdiğim mektubun bir örneğini kendisine takdim ettim. Sağ olsunlar yakın alaka göstererek Sayın Cumhurbaşkanına ilk fırsatta konuyu arz edeceğini ve elinden gelen desteği sürdüreceğini ifade etti. Yanlarından ayrıldıktan bir saat sonra beni telefonla arayarak “Kültür Bakan Yardımcısı Nadir Alparslan ile telefonda görüştüğünü

 

ve konuyu bir kez de kendisinin anlattığını ve konuyu hassasiyetle takip etmelerini rica ettiğini” ifade etti.

03 Haziran 2021 tarihinde saat 18:00 sularında T. C. Kültür Bakan Yardımcısı Nadir Alparslan Beyi ziyaret ettim. Ve yanımda; bütün belgeleri ihtiva eden bir klasör ile birlikte bu klasördeki belgelerin listesinin bulunduğu bir dilekçeyi kendisine takdim ettim. Ve bu dilekçemin Bakanlığın resmi kayıtlarına geçirilmesini talep ettim. Söz konusu dilekçemiz (Kültür ve Turizm Bakanlığı Gelen Evrak. 04.06.2021 Sayı 778153) kaydı ile işleme girmiş oldu.

Bir buçuk saate yakın konuştuk. Konuyu anlattım. Ve Sultan I. Kılıçarslan’ın mezarının yeniden ihyası ve inşası için çok geç kalınmamasını ısrarla belirttim. İlaveten de “Sayın Bakan daha önceki yıllarda Kültür Bakanlığından bazı görevliler Sultan I. Kılıçarslan’ın mezarını aramak üzere Diyarbakır’a gitmişler. Diyarbakır kebaplarını yemişler. Gezmişler, eğlenmişler ve her seferinde elleri boş olarak dönmüşler. Şimdi ise, bizim bulamadığımız mezarı Dicle Üniversitesindeki hocalar nasıl bulur diyerek bir kıskançlık krizine kapılıp bu tarihi hadisenin gün yüzüne çıkışını engellemeye çalışıyorlar. Konyalıların iddiaları ise hiçbir tarihi, ilmi hakikati yansıtmamaktadır.

Bizim fikrimiz odur ki; Devlet aklı Diyarbakır Valisi Sayın Münir Karaloğlu ve Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakoç Bey başta olmak üzere bu kazı heyetinde cansiparene çalışan değerli hocalarımızı arayıp bu tarihi hizmetlerinden dolayı tebrik etmek gereklidir.” dedim. Bu uzun konuşmamız üzerine Sayın Bakan;

  • “Siz gelmeden önce kazı heyetindeki Prof. Dr. İrfan Yıldız Hoca ile de telefonla konuştum. Her ikinizin de anlattıklarından büyük ölçüde ikna oldum. Eldeki belgelere ve aldığım bilgilere istinaden Sultan Kılıçarslan’ın mezarının Silvan’da olduğu kesinlik kazanmıştır. Ama şu DNA sonuçlarını da bekleyelim.” dedi. Ben de cevaben:

 

  • “Sayın Bakan Allah aşkına Eyüp El-Ensari’nin mezarı DNA testi ile mi bulundu? Fatih Sultan Mehmet Han’ın hocası Akşemsettin Hazretleri’nin bir rüyası üzerine mezarın orada olduğu düşünüldü. Esas amaç; Mekke’de doğan İslam güneşi ile Doğu Roma’nın surları önünde Türk Cihan Hâkimiyeti ve İlah-i Kelimetullah davası için cihad eden neferlerimizin gönüllerinde bir inşirah uyandırarak zafere

 

ulaşmaları için bir manevi köprü oluşturmaya matuftu. Ve yüzyıllardan beri de bu manevi köprü ayaktadır” dedim. Nadir Bey:

  • “Önümüzdeki günlerde Diyarbakır’a gideceğim. Sizi de davet edeyim. Beraber gidip Silvan’a da geçelim ve Sultan I. Kılıçarslan’ın mezarının bulunduğu sahayı da gezeriz.”

Bu görüşmeden birkaç gün sonra, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden üzerinde acele kaydı olan 08.06.2021 tarihli ve E-75383205- 165.02.04-1440757 sayılı aşağıda örneği görülen yazıyı aldım.

Birkaç gün sonra da, Dicle Üniversitesi’nden Prof. Dr. İrfan YILDIZ Bey telefon ile arayarak, kendisinin Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Üyesi olduğunu, Bakanlıktan gelen yazıda “Bizim dilekçemize istinaden gereğinin acilen yapılmasının” istendiğini söyledi. Ve yine “şu DNA sonuçlarını bekleyelim” dedi.

Nihayet Sayın Cumhurbaşkanı’nın 09 Temmuz 2021 tarihinde Diyarbakır ziyareti esnasında yaptığı konuşmada:

“Evet, işte kadim şehri, Hazreti Ömer’den selam alan, Hazreti Ömer’e selam gönderen bu şehri, toprakları üzerinde 10 Peygamber’in, 500 Sahabenin mezarı olan bu şehri, Selahaddin Eyyubî’nin Kudüs’ün Fethine giderken feyz aldığı bu şehri, Sultan Alparslan’ın Malazgirt’e giderken surları önünde dua ettiği bu şehri, Haçlı Ordularını defalarca bozguna uğratan, Sultan Kılıçarslan’ın medfun olduğu bu şehri, nice âlimlere, gönül sultanlarına, sanatçılara, edebiyatçılara ev sahipliği yapan bu şehri, velhasıl ezelden beri bizim olan ve inşallah ebede kadar da bizim kalacak bu şehri tüm kalbimle selamlıyorum.”

Cümleleri artık Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın aziz naaşının yüzyıllarca saklandığı mekânın da Diyarbakır Silvan(Meyyâfârikîn)’da olduğunun devletin en üst makamı tarafından tescili anlamına gelmiş oldu. Sayın Cumhurbaşkanı’nın yukarıdaki cümlelerini T.C. Kültür Bakan Yardımcısı Nadir ALPARSLAN Bey’e internet üzerinden gönderdim.

Ve ilaveten: “Sayın Bakan Değerli Nadir Bey, artık Sayın Cumhurbaşkanı da: ‘Sultan

  1. Kılıçarslan’ın medfun olduğu yer’ diyerek Diyarbakır, Silvan’ı işaret ettiğine göre Sultan I. Kılıçarslan’ın aziz naaşının medfun olduğu yere “Kubbet-üs Sultan” Külliyesinin inşası bir an önce başlatılır herhalde.” diye yazdım. Daha sonrada kendilerini

 

telefonla arayarak Diyarbakır’a beraber gitme vaadini hatırlattım. “O anda orman yangın bölgesinde olduğunu ileri ki günlerde görüşebileceğimizi” ifade ettiler.

Sonuç olarak;

 

bu mezarların ve mezar taşlarının binlercesi kaybolmuş, birkaç tanesi kalmış olsa da o muhteşem fetihlerin, fatihlerin aziz hatırlarını yaşatmaya yetiyor.

İnsanlığa hizmet uğruna bir ömür vermiş, bir hayat sunmuş bu vefakâr, cefakâr, hizmetkâr ve cengâver büyüklerimize sevgi ve hürmet beslerken, onlardan aldığımız dünyamızı da ahiretimizi de huzura dönüştürecek; Türk-İslam manevî mirasını, gelecek nesillere bırakacak yazılı eserlerle, onların hatırasına dikeceğimiz abidelerle, mezarların üzerine inşa edeceğimiz türbelerle aktarma görevimiz vardır.

Malumlarınız olduğu üzere, vefa sadakatin nişanesidir. Rahmet, inayet ve şefkat vefalı olanlara gelir. Ahde vefa göstermek imanın gereğidir. “Ahde vefası olmayanın imanı ve dini olmaz” buyrulmuştur. Bendeniz bir Türk evladı olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin her kademedeki görevlilerinden, Sultan I. Kılıçarslan’ın Silvan’da şu anda meçhul bulunan ve tarihi kayıtlarda “Kubbetü’s-Sultan” olarak bilinen mezarının yeniden ihyasını talep etmekle milletimin hissiyatına tercüman olduğumun inancındayım.

Bu topraklarda yaşayan insanlar binlerce yıldır dostça ve birlikte yaşadı. Bugün meselelerimizin çözümü de bu kardeşlik anlamının altında gizlidir. İnanıyoruz ki bu kardeşliğimizi bozmazsak meselelerimizi de kolayca çözebiliriz. Sultan I. Kılıçarslan’ın kayıp kabrinin bulunması gibi, Malazgirt Zaferiyle Anadolu’yu Müslüman Türk Milletine açan ve bir yıl sonra Berzem Kalesi’nde bir Haşhaşî tarafından şehit edilen Büyük Selçuklu Hakanı Sultan Alparslan ve Diyarbakır Dağlarında eşkıyalarca katledilen tarihinin en büyük cihangirlerinde Celaleddin Harzemşah’ın kabirlerinin bulunması noktasında da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yerine getirmesi gereken bir başka vefa borcu olduğu inancındayız.

Kayıp Sultan mezarlarının tarihi ve manevî köklerinin araştırılması ve hatırlanması dünden yarına kapılar açılıp, köprüler kurulması, mazi-hâl-istikbal temadiyet şuurunun kıyama durdurulması ve yüreklerin böylesi bir iman, inanç, azim ve kararlılıkla çarpması sayesinde istikbale dair umutlarımızı daha da güçlendirecektir.

Kahramanlık insan erdemlerinin en yücesidir. Milletlerin de kahramanları sayısınca itibar kazandığı ve dayanıklı olduğu bilinen gerçeklerdendir.

 

Millî kahramanlar bir millete hız veren enerji kaynaklarıdır. Onlar olmadan büyük bilgin, dahi, şair veya filozof yetiştirmenin değeri ve manası kalmaz.

Büyük Türk tarihçidi Hüseyin Nihal Atsız’ın dadediği gibi “Milli kahraman olabilmek için inanmak ve ölümü göze almak şarttır.”

Türk milletinin bu büyük hakanlara karşı vefa duygusunun bu şekilde bir nebze de olsa gösterileceğine dair ümidimizi ifade etmek isteriz.

Efendi BARUTÇU

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz