KİM KİMİ KULLANMIŞ NASIL KULLANMIŞ?
Son yıllarda 12 Eylül 1980 öncesi ile ilgili olarak özellikle devrimci cenahta “Biz kullanıldık” itirafları aldı başını gidiyor. Bunlara özenen bazı sözde Ülkücü arkadaşlarda aynı edebiyatı tekrarlar oldular.
“Şu noktaları dikkate alarak değerlendirmek gerekir. 90’lı yılların başında Sovyetler Birliği dağılmıştır, yani farklı anlayışlarda olsalar da tüm aşırı solcu devrimcilerin, marksistlerin kabesi çökmüştür. Soğuk savaşın döktüğü bütün kan, yıktığı bütün toplumsal yapılar anlamsız kalmıştır. O genç insanlar hayatlarını ortaya koyarak askerlerle, ülkücü gençlerle niçin çatışmışlardır, niçin kardeşkanı dökmüşlerdir? Geriye bakıldığında bu eylemlerin hiçbir anlamı kalmamaktadır; çünkü ileriye dönük hiçbir vaatleri, umutları kalmamıştır. O günleri yaşayanların bu ürkütücü boşluğu doldurmak ihtiyaçları hiç olmazsa sorumluluklarının bir kısmından kurtulma çabaları doğaldı. O zaman “bizi kullandılar, birbirimize kırdırdılar.” sözü ortaya çıktı ve devletin bazı kurumlarını işaret ettiler. Onları kullanmışlardı; ama hala kullanan güce işaret edemiyor, ülkücülerin de bir ortaklığı olsun istiyorlardı; bu onların yükünü hafifletecekti. Ayrıca ideolojik arınma hiç de kolay olmayan bir süreçtir.”(Nevzat Kösoğlu,Türk Yurdu,Eylül 2010,sayı 277,ss.4/6)
Bu eski devrimci grupların -içindeki bölücü ırkçı unsurlar yani PKK’lılar hariç- büyük çoğunluğu bir ezilmişlik ve mahcubiyet duygusu içerisinde “biz kullanıldık” ifadelerini sıkça tekrarlamakta ve yanlarına ülkücüleri de alarak bu pişmanlıklarına ortak etmek istemektedirler.
Biz ülkücülere gelince “Bizi kimse kullanmadı”. Bizim Türkiye’yi ve dünyayı değiştirmek gibi büyük iddialarımız vardı. Öncelikle Türkiye’yi içinde bulunduğu geri kalmışlık zincirinden kurtarıp dünya da itibarlı bir ülke haline getirmek gayesini taşıyorduk.
Türkiye’yi siyasi, iktisadi, kültürel, manevi her konuda bağımsız bir ülke haline getirip hem ABD’nin başını çektiği batı kapitalist emperyalizminin hem de Sovyetler Birliği’nin ve Kızıl Çin’in başını çektiği komünist emperyalizmin yörüngesine düşmekten kurtarıp varlığını yükselterek devam ettirmek gayesini taşıyorduk. Bunun için de öncelikle milli tarih şuuruna sahip, imanlı ve vatanperver, “bilgili ve şahsiyetli” kadroların yetişmesi gerekiyordu. Ülkücü gençlik olarak üniversite ve yüksekokullarda verdiğimiz mücadelenin esası bu idi.
Devrimci aşırı solcu gruplara gelince büyük çoğunluğu -gönüllerindeki adalet duygusu, profesyonel devrimciler ve siyasi kürtçüler tarafından istismar edilmiş- saf Anadolu gençleri olsa bile bunların başını çeken aşırı solcu devrimciler, üniversitelerin köşe başlarına yerleşmiş altmışından sonra devrimciliği seçen akademisyenler, ordunun muhtelif kademelerine sızmış tepeden inmeci bit kısım darbeci subaylar el ele verip Türkiye’yi de Sovyetler Birliği’nin bir uydusu haline getirmek istiyorlardı.
Sovyetler Birliğinin başını çektiği bu marksist-leninist gruplar dünyanın hiçbir ülkesinde demokratik yollarla iktidara gelmemişlerdir. 1917 Bolşevik İhtilalinden sonra bütün Türkistan coğrafyası kızıl ordunun kanlı işgalleriyle Sovyetlerin uydusu haline getirildi. 2.Cihan Harbi’nden sonra da Sovyetler Doğu Avrupa ülkelerini teker teker aynı metotlarla işgal ederek kanlı pençesinin altına aldılar.
Ekim Devrimi’nin öncülerinden Troçki şöyle diyor: “Bir ülkenin nüfusunun yüzde üçünü ikna ederseniz sosyalist devrimi gerçekleştirirsiniz.” Nitekim yukarıda da yazdığımız gibi 1990 öncesi Rus emperyalizminin pençesine düşen bütün ülkeler bu yolla işgal edilmiştir.
Sovyetler birliği dağılmadan önce Marksizm Türkiye için sadece doktriner bir sistem teklifi değildi. Bu aynı zamanda Rusya’nın, Sovyetler Birliği’nin siyasî yayılma aracıydı. Çünkü Türkistan coğrafyasında özellikle Anadolu’da tütmeyen her bacanın altındaki aile ocağında Ruslar tarafından şehit edilmiş insanlarımızın acıklı hikayeleri nesilden nesile anlatılırdı.
Türkiye’de ki marsist-leninist grupların birinci hedefleri çok değişik yollarla Türkiye Cumhuriyeti’ni ele geçirmekti. Bu hedeflerine ulaşmada öncelikle Ülkücülerin varlığını engel gördüler ve var güçleri ile ülkücülere saldırdılar. Biz de cevap verdik. Vurduk! Vurulduk! Son bağımsız Türk devletinin yabancı ideoloji uşaklarının eline geçmesine fırsat vermedik.
İşte kanlı örgüt yöneticilerinin itirafları:
12 Eylül’den sonra yakalanan ve başlıca katliam örgütlerinden biri olan Dev-Yol İstihbarat Sorumlusu –Eski Hava Kuvvetleri Komutanı’nın oğlu Tayfun Mater, Emniyetteki sorgusu sırasında kanlı stratejilerini şöyle anlatıyordu: “ Amacımız son aşamada çatışmaya girerek silahlı üstünlük sağlamaktı. Ancak bundan evvel hem derlenip toparlanmak hem de tecrübe kazanarak zemin hazırlamak amacıyla MHP’lilerle, ülkücülerle çatışmaya girmeyi planladık. Fakat, ne yaptıysak MHP’yi üstümüze çekmeyi başaramadık.”
Gün Sazak Bey’i şehit edenlerden Dev-Sol Militanı Sadık Özcan’ın 2 No’lu askeri Mahkeme ifadesinde saldırı gerekçeleri şöyle anlatılıyordu:
“ Dev-Sol stratejisinde ilk aşama, MHP ve ülkücü kuruluşları etkisiz hale getirmektir… Genelde MHP’li güçler, bizim önümüzdeki devrimi gerçekleştirmek için büyük engel teşkil etmektedir.”
Biz Türk milliyetçileri olarak 12 Eylül öncesi bir yandan esas gayemiz olan Milliyetçi Büyük Türkiye’yi inşa mücadelesi verirken öbür yandan da devletimizin namusunu, milletimizin mukaddeslerini bütün bu şer güçlere karşı müdafaa ettik. Şimdi bizim cenahta da bazı arkadaşlar “Biz kullanıldık” diyorsa bu her şeyden önce tarihe saygısızlıktır. Haklı ve şanlı mücadelemize gölge düşürmektir, şehitlerimizin hatıralarına saygısızlıktır.
Ülkücüler olarak bizler de 12 Eylül öncesi ve sonrasında büyük acılar yaşadık. Türk milletinin gasp edilen hakları, inkâr edilmek istenen milli tarihi ve hor görülen mukaddesleri namına ve milletimizin büyük geleceğini inşa yolunda en ağır bedelleri bizler ödedik ama şimdi -bir kısım eksikliklere rağmen- önümüzde açılan ufukta Türk Dünyası’nın ihtişamını görüyoruz.
Birleşmiş Milletlerde yıllarca yalnız ve boynu bükük dalgalanan Türk Bayrağının yanında 6 kardeş Türk Bayrağının daha dalgalanmasıyla iftihar ediyoruz.
Yorgun olabiliriz ama gelecek nesillere bu yolu biz açtık. Milletimizin zihnine ve gönlüne “Milliyetçi Büyük Türkiye Ülküsü”nü biz yerleştirdik. Ülkemiz üzerinde istila emelleri güden Sovyetler Birliğinin beşinci kol faaliyetlerini ve yerli uşaklarının kanlı saldırılarına nice büyük şehitlerin verilmesi ve gencecik hayatların kararması pahasına biz mani olduk. Aynı şekilde Türkiye’yi ABD’nin başını çektiği batı dünyasının yörüngesinden kurtarmak için “Milli Devlet Güçlü İktidar” hedefini geniş kitlelerin önüne biz koyduk. Hangi nesil çektiği acıların mükâfatını bu kadar kısa zamanda görmüştür.
“Bizi ülkücüleri tarih kullandı” ve sokaktaki ülkücünün bile bir gün ulaşacağına inandığı “Türk Kızılelma’sı” kullandı. Bundan da şikâyetimiz yoktur. Eğer yeniden hayata gelecek olsak aynı mücadeleye kaldığımız yerden devam ederiz.
Devam edeceğiz…
Peki, Devleti Yönetenler Türk Milliyetçilerine Her Türlü Zulmü Neden Reva Gördü?