MHP GENEL BAŞKANI Dr. SAYIN DEVLET BAHÇELİ’YE AÇIK MEKTUP -8-
Efendi BARUTÇU
19.04.2022
Sayın Genel Başkan;
1999 genel seçimleri öncesi ön seçimlere katılmak üzere Kahramanmaraş’a giderken partililerimize ve halka dağıtmak üzere o günlerin Türkiyesi’nin nasıl çıkmazlar içerisinde olduğunun ve bizim siyasetten ne anladığımızın ifadesi bir “Beyanname” hazırlamıştım.
Aşağıda metnini takdim ettiğim bu Beyanname’yi yayınlarken Türkiye genelindeki bütün ülkücü Türk milliyetçilerinin hissiyatına tercüman olduğum inancındaydım.
Bu metni yeniden okurken yüreğimi derinden yaralayan bir husus ise, aradan 23 yıl geçmiş olmasına rağmen ve bunun 20 yılında yalnız başına Cumhur ittifakından müttefikiniz Ak Partili kadroların ikdarda olmasına ve büyük iddialarına rağmen milletimizin sosyal hayatında, refah seviyesinde, fert başına düşen millî gelirinde kayda değer bir gelişmenin olmadığı hususudur.
Milletimiz her gün yeni zam yağmurlarıyla sırılsıklam olurken milyonlarca çocuğumuz sabahları kahvaltı yapmadan okullarına gidiyor.
Milyonlarca insanımız akşam evine dönerken bir kuru ekmek dahi götürememenin çaresizliğini yaşıyor.
Arka arkaya gelen zam sağanaklarıyla insanlarımız adeta sırılsıklam olurken-tam bir beceriksizlik ve basiretsizlik örneğiyle yönetilen ülkemizde- ekonomik yıkımlar, iktisadi krizler birbirini kovalıyor; Devlet ve hükümet yetkililerimiz dünyanın en pahalı fiyatlarıyla batılı bankerlerden üç paralık krediler almak için sıra bekliyor.
Aralık 1998’de yayımladığımız Beyanname şöyle idi:
“Kahramanmaraşlılar!
Birçok ülküdaşımızla birlikte ben de aktif siyasete girme kararı verdim. Kahramanmaraş’a ve Türkiye’ye siyasi alanda hizmet etmek istiyorum.
Nasıl bir Türkiye manzarasıyla karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. Bu ülke bu manzaraya müstehak değildir.
Vatan coğrafyamızı tehdit eden azgın bir bölücü terör, yıllardır devam etmektedir. Neredeyse bayrağa sarılı tabutların gitmediği köy ve kasaba kalmamıştır.
Fakat bilelim ki, Türkiye’yi bu hale getiren dış güçlerin oyunlarından çok içimizdeki şer odaklıarı ve menfaat şebekeleridir.
Gayrı millî medya tekelleri, millî ve mukaddes değerlerimizi müstehcen neşriyatla alabildiğine tahrip ederken bir yandan da yedeğine aldığı tek-parti zihniyetiyle ittifak edip genç kızlarımızın başörtüsüne karşı amansız bir savaş vermektedir.
Devlet desteği ile palazlanmış büyük sermaye holdinglerinin bir eli mafyanın omuzunda öbür eli devletin kasasındadır. Millet ve memleketi soyup soğana çeviren holding patronları medyadaki kuklaları eliyle utanmadan bize laiklik ve çağdaşlık dersi vermeye kalkışmaktadırlar.
Elli seneyi geçen çok partili siyasî hayatımız hâlâ demokrasi ve hukuk dışı güçlerin baskılarından kurtulamamıştır.
Hâlâ, din ve inanç hürriyetini tartışıyoruz. Beri yandan milletin kesesinden toplanan kamu kaynakları talan ediliyor. Ama bizi yönetenlerin kılı kıpırdamıyor.
Hâlâ, millî ve mukaddes değerlerimizi hiçe sayanlar, kendilerini “efendi”, koca milleti ise “köle” yerine koymaya devam ediyorlar. Geçim zorluğunun had safhada olduğu bir ülkede, bir gecede yüzlerce trilyon kirli hesaplar el değiştirmektedir.
Her sene trilyonluk kârlar sağlayan koca koca bankaların içi bir gecede boşaltılmaktadır.
… ve Türkiye’yi yönetenler bu olup bitenlerden aslâ rahatsızlık duymamaktadırlar.
“Kriz var” deniliyor.
Ne krizidir bu?
İktidarların krizden anladıkları; holdinglerin kârlarındaki düşüştür.
Halbuki, hakikat başka türlüdür.
Kriz, evine ekmek götüremeyen yoksulun krizidir. Geçim derdindeki milyonlarca dar gelirlinin krizidir. Kriz, Anadolu şehirlerinde kapanan kepenklerdir, iflas eden küçük ve orta ölçekli işletmelerdir. Kriz, Anadolu’da tomurcuklanan yerli millî sanayinin krizidir.
Bizi yönetenlerin kriz reçetesi; holdingleri kurtarma operasyonundan başka bir şey değildir.
Yüzünün yarısı siyasete yarısı ticarete boyanmış parti kodamanları siyaseti murdar etmekle kalmamış; ticareti de kirletmişlerdir.
Millet bunlara karşı henüz son sözünü söylememiştir; ama söyleyecektir.
Anadolu çocukları hak, hukuk, demokrasi ve milliyetçilik mücadelesini birlik, berberlik ve kardeşlik içinde sonuna kadar sürdüreceklerdir.
Vatanımızı, memleketimizi ve mukaddeslerimizi şer odaklarına ve menfaat şebekelerine asla teslim etmeyeceğiz. Bizim için siyaset de budur siyasî mücadele de budur!”
Seçimlerde Antalya’dan MHP milletvekili seçilen Dr. Nesrin ÜNAL Hanımefendi başörtülüydü. Talimatınızla genel başkan yardımcısı Şefkat Çetin: “Nesrin Hanım töreye uyacak başını açacaktır.” beyanatı verdikten sonra Nesrin hanım, TBMM’ye başörtüsünü çözerek girecek ve partimiz, başörtüsü meselesini de halletmiş olacaktı (!)
Halbuki, Türkiye kamuyounun Nesrin hanımdan beklediği; gerekirse milletvekilliğinden istifa ederek haysiyetli bir tavır ortaya koymasıydı.
TBMM salonuna başörtüsüyle gelen Refah Partili bir kadın milletvekiline DSP Genel Başkanı, inançlara saygılı laik (!) Bülent Ecevit, çok küstah bir tavırla ağır sözler sarf edip milletvekillerini bu kadın milletvekiline karşı kışkırtacaktı.
Tabii o günlerde ve hâlâ günümüzde İstanbul Sözleşmesi, kadın hakları vs. gibi konularda bitmez tükenmez açıklamalar yapan feminist kadın örgütleri, devrimci bayanlar, Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı, … bir kadın milletvekiline yapılan bu saygısız hücumlara kayıtsız kalacaklar hatta irticacı birine haddini bildirdiği için Bülent Ecevit’e minnet ve şükranlarını bildireceklerdi.
Türk milletinin iradesinin tecelligâhı olan TBMM’de bu utanç verici sahneler sergilenirken MHP’nin Karadeniz illerinden seçilip gelmiş bir milletvekilinin eşi telefonla kocasını arıyor:
“Uyy! Kocacığım! Burada seçim meydanlarında başörtüsü meselesini çözeceğiz diye vaatlerde bulunuyordunuz. Şimdi noldi sesiniz çıkmıyor.” dediğinde, Milletvekili arkadaşımız şöyle cevap veriyor: “Uyy Hatun! Orada meydanı boş bulmuştuk. Burada balkonda generaller oturuyi.” Bu trajikomik hadiseyi, isimleri bizde mahfuz iki milletvekili arkadaşımız bize gülerek anlatmışlardı.
Devam edeceğiz …