TDK sözlüğünde millet çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu olarak tarif edilir.
Millet, arapça bir kelime olup, çoğulu mileldir. Tarihî kaynaklarımızda geçen “budun” ile batı dillerindeki “nation”un karşılığıdır.
Mehmet Akif millet ve milliyet konusunda insanlık ve aydınlanmayla milliyetçiliğimizi birleştiren mısralarıyla idrakimize konuşur:
“bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz! Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin,
Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin.’’
Millet olmak şuuru ve milliyet idraki Türklerin tarihi kadar eskidir.
İbn Haldun gibi medeniyetimizin düşünürlerinden Kant gibi modern düşünce erbabına kadar bir çok fikir adamı insan denen varlığın medeni bir tabiatı olduğu ve yapısındaki aşırılıkları sınırlandırmak üzere bir araya geldiği ve bu yolda içtima oluşturduğu, devlet oluşturup yöneticiler seçtiğini ortaya koyarlar.
Millet gerçeği tarih kadar köklüdür. Mefhumu zamanın telakkilerine göre değişse de lafzın işaret ettiği olgu üç aşağı beş yukarı hep aynıdır.
Bu bilinç ve idraki 732 yılında dikilen Orhun Abideleri’nin Kültigin yazıtında “Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutu vermiş, düzenleyivermiş… yukarıda Türk tanrısı, Türk mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İlteriş Kağan’ı, annem İlbilge Hatun’u göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak”
Yaratılışla millet ve devlet varlığımızı, idrakimizi ta 8. Asırda gösteren bu metinler taşa kazındığından öncesindeki uzun bir bilgi ve bilinci ifade ediyordu.
Bu metinlerden bir asır önce Türklerin müstakbel tarihinde hayatlarını aydınlatacak İslam güneşi doğmuş ve millet kavramına dair tanrı sözüyle “ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, o’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır’’ (Hucurat suresi, 13). ifadeleri ile ayetlerde millet ve milliyet gerçeği varlığın varoluşa yüklediği bir gerçeklik olarak ortaya konuluyordu.
Bu bakımdan millet kavramı ve bunun mefhumuna dair bilincimizin kültürümüz, geleneğimiz bağlamında gelişen tecrübesinin evrensel gerçeklik kaynağından beslenmiş olduğu, varlığın tabii bir gerçekliği olarak idrak edildiği zorlama ya da sun’i bir dayatma olmadığı aşikârdır.
İsmail Hâmi Danişmend, Türklük meseleleri adlı kitabında: “Millet demek, herhangi bir esas etrafında toplanmış mütesânid (birbirine dayanıp kuvvet alan) bir insan kütlesi demektir.”
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, milletin tarifi ile ilgili olarak, Türk milliyetçiliğinin meseleleri isimli kitabında, şöyle diyor:
“Millet, dar ve geniş manasıyla, çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. Fakat bu mefhumun, birbirinden esasta ayrılık gösteren, biri hukukî-siyasî, diğeri ilmî olmak üzere başlıca iki tarifi vardır. Hukukî-siyasî tarife göre, millet, belirli coğrafî sınırlar içinde yaşayan, bir resmî dili olan, müşterek kanunları bulunan insanların meydana getirdiği birliktir. Hukukî-siyasî tarifte bazı bakımlardan ilme aykırı düşen tarafların mevcudiyeti derhal dikkati çekecek kadar açıktır.
Bu manâsıyla millette, siyasî bir heyet teşkili dışında, herhangi bir özellik istenmemektedir. Buna göre, başka başka diller konuşan, ayrı kültürlere mensup, dolayısıyla birbirine yabancı kütleler, sırf bir devlet organizasyonu içinde yaşadıkları için, millet sayılırlar…
onlara göre, meselâ Türk milleti cumhuriyet sınırları dâhilindeki ahaliden kuruludur ve ondan ibarettir; halk kütleleri arasında dil birliği, kültür ortaklığı, vb. Lüzumsuz olduktan başka, tabiatıyla, ferdi önce insan haysiyetine yükselten, millî cemiyetin tamamlayıcı ve faal uzvu haline getiren millî kültürün yayılma ve işlenmesine de hacet yoktur.
Türkiye’de nüfus kâğıdında Türk vatandaşı yazılı herkes Türk’tür, fakat resmî sınırlarımız dışında kalmış, anadili Türkçe ve Türk kültürüne mensup milyonlarca insan Türk değil, yabancıdır!”
Ziya Gökalp bu siyakta (söz gelimi) «millet» kavramı üzerinde durmuş, milleti (dilce müşterek olan, ayni terbiyeyi almış fertlerden meydana gelen bir zümre) olarak tanımlamıştır. Terbiye kavramı üzerinde de duran Ziya Gökalp, terbiyenin, bir toplumda yetişkin kuşakların yetişmekte olan kuşaklara fikirlerini ve duygularını vermesi olduğunu söylemektedir.
Bunu da «yaygın» ve «organize» terbiye diye ikiye ayırmakta, yaygın terbiyeyi, yetişkinlerin konuşmaları, eylem ve hareketleriyle genç kuşakları kendiliğinden etkileme, organize terbiyeyi ise belli programlar çerçevesinde eğitim ve öğretim yoluyla öğrencilere verme olarak düşünmektedir.
Buradan kültürün tanımına varan Ziya Gökalp, şöyle demektedir: “Bir millette, yaygın terbiye yoluyla toplumdan kişilere geçen ruh hallerinin toplamına kültür adı verilir. Meselâ, her milletin konuştuğu samimi bir dili vardır ki, toplumdan kişilere yaygın terbiye yoluyla geçer. Yine her milletin türkülerinde, koşmalarında kullandığı bir vezni vardır ki bu da konuşulan dil gibi, yaygın terbiye yoluyla geçmiş olur. Yine her milletin canlı ve coşkun bir surette yaşadığı dinî bir hayatı vardır ki, bu da yaygın terbiye yoluyla geçer.
Milletin ahlâkî, estetik duyguları da aynı suretle kişilerde vücuda gelir. Kişi, milletin hukukî ve ekonomik geleneklerini, sanatını, felsefî ve ilmi eğilimlerini de bu suretle kazanır. İşte bütün bu sosyal müesseselerin toplamına kültür adı verilir.
Ziya Gökalp millet nedir makalesinde, “millet [nation] şahsiyetini uzun müddet kaybettikten sonra tekrar ihyaya çalışan bir kavim demektir. Kavmin münteha-yı kemali (son hali) kavmi bir dine, bir devlete, bir medeniyete malik olmaktadır. Fakat ekser-i kavimler kavmi şahsiyetin bu üç unsurunu tamamıyla meydana getirmekten uzak kalmışlardır. Siyaseten bazı kavimler aşiretler halinde, bazıları da medineler (şehir) şeklinde yaşamışlardır.
Bunların dinleri ve medeniyetleri de bazen siyasi zümrelerine sahip olmuş, bazen de kavmin bütün sahasına yayılmıştır. Fakat kavim itibariyle hem siyasi hem medeni birliğe sahip olan kavimler pek enderdir. Mamafih bütün kavimlerin bu gayeye doğru hareket etmekte olduğu görülür.
Her kavmin bu tabii tekamülü icra etmesine sebep, coğrafi amiller olduğu gibi bilhassa üç içtimai amil de mühim sebeplerdendir. Bu sebepler müşterek bir devletin, müşterek bir dinin, müşterek bir medeniyetin bir kavmi tesir alanına almasıdır.” Şeklinde meseleye yaklaşır.
Gökalp aynı makalesinde, “kavim müşterek bir dine, müşterek bir devlete, müşterek bir medeniyete dâhil olarak şahsiyetini kaybediyor. Sonra da bu üç müşterek hayattan kendi şahsiyetini kurtararak millet namı ile meydana çıkıyor.
Kavim bu müşterek hayatlar içinde yaşadığı uzun zamanlar zarfında büyük tahavvüllere uğramıştır.”Burada müşterek terbiye, mefkûre ve müşterek duygu ile birbirine bağlanan toplumun kavmiyetten milliyete geçişine işaret vardır.
Bölücüler bunu anlayamadıkları için etnik ve ırki taassupla milliyeti kendi zihin dünyalarındaki ırki mensubiyete indirgeyerek müşterekleri yok ederek kendilerine alan açmak gayretindedirler.
Millet safhasından kavmiyet düzeyine inen bu yaklaşımın bu açıdan gerici olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır.
Yusuf Akçura’ya göre; “millet, ırk ve dilin esasen birliğinden dolayı sosyal vicdanında birlik ve beraberlik meydana gelmiş insan toplumudur.”
Buna mukabil Ziya Gökalp’e göre; “millet, dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir topluluktur. Türk köylüsü onu (dili dilime uyan, dini dinime uyan) diyerek tarif eder.”
Akçura’nın tanımında esas alınan ırk kavramını Gökalp “zoolojiye ait bir terim”
olarak görür ve ırk kavramı gibi; kavim, coğrafya, siyasi sınırlar, ümmet ve kişisel
iradenin de yeterli olamayacağını, milleti bir arada tutan bağın sosyoloji ilmine dayalı olarak “terbiyede, kültürde, yani duygularda iştirak” olduğunu öne sürer.
Gökalp’in millet ve milliyetçilik anlayışında, kendisinin “hars” dediği “kültür” esastır. Nitekim eserinin bir yerinde milleti şöyle tanımlamaktadır: “millet, aynı milli kültürde ortak olan fertlerin bütünüdür.”
Nihal Atsız millet konusunda fikir yürüten başlıca düşünürlerden biridir. ‘millet için ırkı esas kabul edersek Fransızlarla Amerikalılar, dil ve kültürü kabul edersek Belçikalılarla İsviçreliler ve hatta Çinliler, vatanı kabul edersek Yahudiler bir millet değildir. O halde millet nedir? Burada önce şunu kabul etmeliyiz: bizce yalnız Türk milleti vardır. Bunun için de yalnız onun tarifini yapmak lazımdır. Başkaları bu tarifin çerçevesine sığsa da sığmasa da ehemmiyeti yoktur. Türkler için milliyet her şeyden önce bir kan meselesidir. Yani Türk’üm diyecek olan adam Türk neslinden olmalıdır. Türk nesli de tarihten malûm ve meşhur olan Türklerdir.
Nihal Atsız milliyeti ortaya koyarken Türk olmak için Türk ırkının maddi ve manevi hasletlerini tevarüs etmek icap eder. Binlerce yıllık tarihi hayatların milletlere verdiği bir terbiye vardır ki o öyle birkaç yılda ve hatta asırda elde edilemez.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk’ün de milleti tarifi şudur: “Zengin hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak hususunda ortak arzu ve olurda samimi olan, sahip olunan mirasın korunmasına beraber devam hususunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen cemiyete millet adı verilir. Türk milletinin teessüsünde etken olduğu görülen tabiî ve tarihî oluşumlar şunlardır; siyasî varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, ırk ve menşe birliği, tarihî yakınlık ve ahlakî yakınlık.”
Atatürk’e göre milliyet prensibi: “bir milletin diğer milletlere nispetle tabiî veya müktesep (edinilmiş, kazanılmış) hususî karakterler sahibi olması, diğer milletlerden farklı bir uzviyet teşkil etmesi, çoğunlukla onlardan ayrı olarak, onlara paralel inkişafa çalışır olması keyfiyetidir.”
Bu prensibe göre, her fert ve her millet kendi hakkında hüsn-i niyet, topraklarına bizzat kayıtsız sahip olmayı istemek hakkına ve hürriyetine sahiptir. Bu düstur, bize hangi milletlerin hür, hangilerinin hürriyetinden şu veya bu şekilde mahrum olduklarını, yani millet adını taşımaya-layık olup olmadıklarını kolaylıkla gösterir.
Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasî ve içtimai(sosyal) heyettir. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk milleti denir” Türk milleti dediğimiz gerçek nedir? Bugün Türk milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkün. Müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin sahibi ve aynı devletin bayrağı altında ve sınırları içinde yaşayan insan topluluğu Türk milletini teşkil etmektedir.
Yani Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve Türklüğü benimseyen, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı dine mensup insan topluluğu bugünkü milletimizi meydana getirmektedir.
Türk milletinin tarifi bu çizilen çizgilerin dışına da taşmaktadır. Türk milleti büyük bir millet olduğu için bugün dünya üzerinde geniş sahalara yayılmış ve dağılmıştır. Bugün dünya üzerinde yaşayan aynı dine mensup, aynı tarihe mensup ve aynı dili konuşan Türk topluluklarının sayısı yüz elli milyon civarında tahmin edilmektedir.
Bunların ancak yarıya yakını Türkiye sınırları içinde yaşamaktadır.
Bugünkü Türkiye sınırları dışında kalan Türkleri Türk milletinden saymayacak mıyız? Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türkler de Türk milletindendir. Onlar da Türk milleti deyiminin içindedirler.
Millet ve milliyet beşeriyetimizin ben idraki ile kendisini tanımasıdır. Kendini milletin ve kültürün deruni hayatı içinde akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim zaviyesinde tanıyan ve tanımlayan birey kendisini ötekine göre değil kendindekini idrak ile tanır öteki ile de kendini fark eder.
Bu bakımdan düşman üzerinden değil kendisinin üzerinden kendini tanıyan ferdiyetimiz de bir şahsiyete inkılap eder. Millet şahsiyettir.
Şahsiyet milleti var eden tarih metafiziğidir. Burada bir köken bilinci, bu süreçte gelişen tüm hikâye ve nihayet bu varoluşun gayesini idrak ile bilinç oluşması hali söz konusudur.
Varlığın muarafe yani tanışma için varoluşa ektiği millet tohumu eğer düşmanlık ve ötekileştirme şekline dönüyorsa amacından saparak maksadına aykırı bir hale sokulmuş demektir.
Kutadgu Bilig’de “insan, başkalarına faydalı olan ve onların işlerini gören kimsedir. İyi, halka faydalı olan ve ona zevk veren şeydir” denilirken millet ve milliyetimizin gayesine dair çok önemli bir ahlak ortaya konulur.
Halka faydalı olmak zevk veren bir şeydir. Şeyi zevkli kılan menfaat değil ötekine fayda sağlayan olmasından gelir.
Bu bakımdan milliyetimizin metafiziğindeki en önemli meselelerden birisi budur. Modern hayatın haz ve hız odaklı, hayatları zehirleyen anlayışını tepe taklak eden bu yaklaşım Türk milletinin tarihi varoluşunun da anahtar ilkelerinden biridir.
Tüm bu tanımların üzerinde müşterek göründüğü bir büyük düşünürle bitirelim: İbn Haldun’un ortaya koyduğu bir arada yaşama, yekdiğerini savunma, uzun süren temas, birlikte yetişme ve süt emmenin durumunun meydana getirdiği rabıta ile hayat ve mematla ilgili olan içtimai zaruretler ve kader birliğine iştirak esaslarında millet teşekkül eder. Bu bakımdan millet kavramımız duygu, terbiye ve mefkûre birliği çerçevesinde bir müşterek geçmişe bağlılık ve bir ortak geleceğe sadakat ve inanç çerçevesinde gelişir diyebiliriz.
Nevzat Kösoğlu bunu “birlikte yaşamaktan, ortak inanç ve menfaatleri olmaktan, ayni coğrafya ve ayni tarihî kaderi paylaşmaktan ve benzeri ortaklıklardan doğan tabii bir mensubiyet, yakınlık ve dayanışma duygusudur’’ şeklinde ortaya koyar. Bütün bu tanımlar ve açıklamalar türklerin millet tanımının etnik yani ırk zeminli olmadığı, kendisine göre bir tarihi olduğu ve düşmanlar üzerinden teşekkül etmediğini açıkça göstermektedir.
Türk Nedir? Milliyetçiliğin Oluşumu ve Türk Milliyetçiliği
Türkler, millet olarak tarihin en eski toplumlarındandır. Türk adı, Orhun Kitabeleri‘nde “Türk ve Türük” şeklinde geçmiştir. Uygurlar döneminden kalan belgelerde “güç, kudret” anlamında kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmut’un, Divan-ı Lügat-it Türk adlı eserinde “olgunluk çağı” anlamında kullanmıştır. Macar bilgini Wamberg “türemek, çoğalmak” anlamına geldiğini belirtmiş , Ziya Gökalp “töreli, kanun nizam sahibi” olarak açıklamıştır. Çin kaynaklarında ise Türk adı “miğfer” anlamında kullanılmıştır.
“Türk” bu manada bir kelime iken mefhumuyla büyük bir tarihin ve coğrafyanın zaman adını devlet ve coğrafya seviyesinde kapsayacak ölçekte büyük bir kavrama dönüşmüştür.
Bugün Türkiye dediğimiz coğrafyaya isim olurken, memlûkler devrinde Türkiye devleti olarak devlete de isim olmuştur. Hülasa Türk bir tarih metafiziğinin içinde teşekkül eden kültür ve medeniyet hasılalarına sahip beşeriyetin en büyük mirasçılarından birisidir.
Kökenleri tarih kadar eski olan bu ad, tarihi süreçte binlerce kilometre coğrafya, milyonlarca insanı etkileyen dil, din, güzel sanatlar, musiki ve benzeri konularda büyük bir çatı oluşturan tecrübenin adıdır.
Türk, insanlığın son adalarından biridir. Türk milliyetçiliği ise bu insanlık davasına mirasçı olmak iradesidir.
Nihai noktada ila-yı kelimetullah ve nizam-ı âlem ülkülerini temsil keyfiyetine sahip olan bu milliyetçilik etnik bir zeminde yükselmez, kendisini başkasına göre tarif etmez ve düşmanlığa dayanmaz.
Nevzat Kösoğlu’nun tabiriyle “Türk kültürünün kaynakları kaç bin yıla dayanıyorsa, Türk milletinin oluşum süreci de o kadar eskiye dayanır. Bu tarihî ve kültürel gerçeklik projelerle oluşturulmaz. Var olan hakkındaki şuurumuz, inancımız değiştirilebilir ve gerilimimiz güdülenebilir.”
Milli Şuur ve Milliyetçilik
Milliyetçilik literatüründe milliyetçiliğe dair oldukça fazla sayıda sınıflandırma yapılmıştır. “liberal milliyetçilik”, “gelenekselci muhafazakâr milliyetçilik”, “entegral milliyetçilik”, “sosyalist milliyetçilik”, “anti-sömürgeci milliyetçilik” ve “romantik milliyetçilik” bunlardan sadece birkaçıdır.
Milliyetçilik teorileri ana hatlarıyla özsel(özle ilgili) ve tarihselci olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Özselci yaklaşım, etnisiteyi “insanlığın doğasında bulunan bir özellik” olarak yorumlamaktadır. Tarihselci yaklaşım ise insanlığın tarih içinde ekonomilerine, kültürlerine, inançlarına ve siyasal örgütlenmelerine göre biçimlendirdikleri bir olgu olarak görmektedir. Kadimci (perennial) yaklaşıma göre uluslar uzun zamandan beri var olan çok eski ve daimi bir olgudur. Bu görüşe göre milliyetçiliğin olmadığı bir çağ yoktur ve milliyetçiliğin ilk örnekleri Eski Mısır ve Sümerlere kadar geri götürülebilir. Bu görüşe göre, etnik topluluklar modernleşme ile siyasal nitelik kazanıp millet şeklini almışlardır; milliyetçilik de söz konusu millet anlayışının ideolojisidir.
Modernist yaklaşıma göre ise, ulus ve milliyetçilik, Fransız devrimi sonrasında oluşan yeni bir olgudur.
Bu bakış açısına göre, milletler ve milliyetçilik oldukça yeni bir fenomendir (olgu,olay); milliyetçi fikirlerin, motif ve sembollerin ilk olarak ortaya çıktığı yer 17. Yüzyıl sonu – 18. Yüzyıl başları Batı Avrupası’dır ve milliyetçilik endüstrileşme, kapitalizm, bürokrasi, kitle iletişimi ve sekülerleşmenin devrimci modern güçlerinin ürünüdür.
Fransız İhtilali’yle birlikte modern bir fenomen olarak gelişen ve Türk siyasal tarihinde de bir süre sonra etkileri görülen modern milliyetçilik, kavramsal olarak Türk düşünce sisteminde, Türkçülük fikrinin evrimleşmesine bağlı olarak ortaya çıkmıştır.
Bu sebeple Türkçülerin kendilerini milliyetçi olarak tanımlamaları -millet denince Türk milletinin anlaşılması- özellikle “millet” sözcüğünün batılı “nation”u ifade eden bir deyim haline gelmesi daha sonraki dönemde yine batı etkisiyle olmuştur.
İslamiyet öncesi dönemlerde zaten var olan ancak, daha sonraki dönemlerde imparatorluk yapılanması ya da İslam dininin etkisiyle küllenen Türkler’deki millet şuuru yeniden siyasal, sosyal ve kültürel hayatta kendisini hissettirmeye başlamıştır.
Bilindiği üzere, Türk toplumu İslamiyet’le bütünleştikten sonra karakterine baskın olarak dini bağların egemen olduğu ümmet haline gelmişti. Bu sebeple Türkiye’de milliyetçiliğin gelişmesi, İslam ümmetçiliğinden çok milletli Osmanlıcılığa, oradan İslamcılığa ve nihayet Osmanlı düşüncesinden ve İslam ümmetinden ayrı – içinde olmakla beraber – bir Türk milleti olarak tek millet milletçiliği ve vatanperverliği şeklinde bir gelişme göstermiştir.
Türk milliyetçiliği de Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmak üzere olduğunun, Türk aydınlarınca hissedilmeye başlandığı bir dönemde imparatorluğunun çeşitli din ve milletlerinden meydana gelen kozmopolit yapısı içinde bir tepki ve kendini bulma akımı olarak doğmuş ve daha ziyade “Türkçülük” olarak adlandırılmıştır.
Nevzat Kösoğlu’nun net ifadesiyle “millî kimlik duyarlılığı, milliyetçilik demektir.”
Dünya üzerinde insan toplulukları milletler halinde yaşamaktadırlar.
Her millet kendi özelliklerini korumaya, geliştirmeye gayret etmekte ve kendi topluluğunu diğer milletlerden daha ileri, daha yüksek ve daha refahlı yapmaya çalışmaktadır. Seyyid Ahmet Arvasi “milliyetçilik bir milletin kendini ekonomik, kültürel, sosyal, politik yönden güçlendirmesi ve başka millet ve gruplara sömürtmeme çabasıdır. Bu bakımdan milliyetçilik meşru bir hak ve şuurdur’’ diyordu.
Milletler arasındaki bu rekabet ve karşılıklı yarışma, milleti meydana getiren insanların müşterek duygular halinde birleşmeleri ve müşterek bir milli şuur etrafında toplanarak kendi toplum varlıklarını belirli hedeflere yöneltmek şuuruna sahip olmalarıyla mümkündür.
Milletlerin faaliyetlerinde, yükselmelerinde ve kendi toplumlarını refaha kavuşturmak, geliştirmek çabalarında milliyetçilik şuuru ve milliyetçilik duygusu başlıca tesir yapan faktör olmaktadır. Milliyetçilik duygusundan yoksun olan bir toplumun millet manzarası göstermesi mümkün değildir. Milliyetçilik duygusuna sahip olmayan, milli şuura sahip olmayan bir topluluğun bir arada yaşaması mümkün değildir. Böyle bir duygudan ve şuurdan mahrum toplulukların dış olayların en ufak bir tesirine karşı kendilerini koruyamadıklarını, hatta dış tesirler olmasa dahi kendi kendilerine dağıldıklarını ve belirli vasıfları olan, belirli hedefleri olan bir topluluk kimliğinden çıktıklarını görmekteyiz.
Türk milletinin yükselmesi ve tehlikelerden korunması, Türk milletini meydana getiren kişilerin teker teker milli şuur sahibi olmasına ve kalplerinin millet sevgisi, vatan sevgisi ile çarpmasına bağlıdır.
Türk Milliyetçiliği Ne Demektir?
Türk milliyetçiliği, Türk milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun, müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir. Türk milliyetçiliği insani duygularla beslenen bir anlayıştır. Türk milliyetçiliği kin ve garazı esas almayan, sevgiyi esas alan bir düşünce tarzıdır. Milliyetçilik; milletini sevmek, vatanını sevmek ve milletinin tehlikelere karşı korunması için her fedakârlığı göze almak duygusu ve düşüncesidir.
Atatürk’e göre Türk milliyetçiliği: “Terakki ve inkişaf yolunda ve milletler arası temas ve münasebetlerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla bir ahenkte yürümekle beraber, Türk içtimai heyetinin hususî seciyelerini ve başlı başına bağımsız hüviyetini korumuş bulunmaktadır.”
Türk milliyetçiliği bütün Türkleri kardeş sayan bir düşüncedir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve kendisini Türk milletinin bir mensubu kabul eden herkesi kardeş sayan bir düşünce ve görüştür. Türk milliyetçiliği Türk milletinin gözüyle olayları görmek ve değerlendirmek zihniyetini ifade etmektedir.
İster Türkiye içinde olsun, ister Türkiye dışında olsun, cereyan eden her olayın Türk milletine zarar getirmemesini istemek, düşünmek ve bunun için çalışmak duygusu ve şuuru, Türk milliyetçiliğinin başka bir ifadesidir denilebilir.
Bunun yanı sıra Türk milletinin gerek Türkiye’de meydana gelen gerek Türkiye dışında meydana gelen olaylardan azami ölçüde yararlanmasını istemek, meydana gelen her olayın Türkiye’ye azami ölçüde yarar sağlamasını düşünmek ve bunun için çaba harcamak da Türk milliyetçiliğinin bir gereği olarak görülmelidir.
Türk milliyetçileri sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Türklerle mi ilgilenecektir? Türkiye cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türklerle münasebetlerimiz ve bunlara karşı tutumumuz ne olmalıdır?
Bu sorulara verilecek cevap şudur: Türk milliyetçiliği, dünya üzerinde nerede Türk varsa onlarla ilgilidir. Onlara karşı derin bir sevgi ve ilgiyle doludur.
Dünyanın neresinde Türk varsa bu Türklerin iyi durumda olmaları, bu Türklerin yükselmeleri, korunmaları, kendilerine mümkün olan her çeşit yardım ve desteğin sağlanması türk milliyetçiliğinin şaşmaz düsturudur.
Ancak Türk milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında bulunan Türklerle ilgisinde ve münasebetlerinde, bu ilgi ve münasebetlerin Türkiye Cumhuriyeti’ni tehlikeye sokmayacak, Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermeyecek şekilde yürütülmesi prensibini esas alır.
Milliyetçilik, Türk milletine karşı beslenen derin sevginin ifadesidir. Kalbinde başka bir milletin gururunu taşımayan ve kendisini samimi olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk’tür.
Biz; Türk milletine mensup olduğumuza göre, bu milletin içinden çıkmış insanlar olduğumuza göre, elbette ki kendi milletimize karşı derin bir bağla bağlı olacağız ve bu milletin yükselmesi için, bu milletin haklarının daima her çeşit tesirlerden uzak, her şeyin üstünde bulundurulması için çalışmayı görev tanıyacağız.
İşte bu sebeplerden dolayı bizim milliyetçiliğimiz, Türk milletine karşı duyulan derin, köklü bir sevgi ve Türk milletinin içinde bulunduğu müşkül durumdan bir ân önce, en modern, en ilmi metotlarla çıkarılarak en kısa yoldan modern uygarlığın en ön safına geçirilmesini sağlamak duygusundan kuvvet alır. Milliyetçiliğimiz başkalarına karşı kin, garez duygularıyla beslenmez.
Türkçülük Ne Demektir?
Türkçülük, Türk milletinin hayatının her safhasında yapacağı her şeyin Türk ruhuna, Türk geleneğine uygun olması ve Türk’e yararlı olması amacının, fikrinin ön planda tutulmasıdır. Türkçe konuşmak, Türkçeyi daima her şeyin üstünde tutmaktır. Yapılacak her işte Türklük ruhuna, Türk’ün özelliğine uygun ve Türk milletine yararlı olması şartını göz önünde tutmaktır.
Türkçülüğün de kısaca tarifi budur. Birinci prensip olarak alınan milliyetçilik ve Türkçülük, kısaca bu izah ve tarifle bu şekilde ortaya konmuş oluyor. Nevzat Kösoğlu bu konuyu, “olayları ve olguları kendi gözümüzle görmek, kavramak ve değerlendirmek; kendi iman sisteminin ışığında, millî amaçlar doğrultusunda, millî ölçüler ve değerlerle kavrayıp yorumlamak” ifadeleriyle izah eder.
İnsanlar nasıl her şeyden önce kendi kendilerine hürmetkâr olmak, kendi benliklerini hürmet duygusu ile hissetmek mecburiyetinde iseler, milletlerinde kendi kendilerine hürmetkâr olmaları, kendi varlıklarını güvenmeleri ve kendi varlıklarını duyulan saygı ve güven ve çalışmaları sayesinde mutluluğa ermeleri mümkündür. Milletler kendi varlıklarının değerini hissederler, kendi kudretlerine inanç duyarlar, kendi izzetinefislerini her şeyin üstünde tutabilirler ve kendi varlıklarına saygı duyarlarsa, uygarlık aleminde büyük varlık gösterirler, büyük eserler meydana getirirler ve aynı zamanda kendi toplumları içinde yaşayan bütün insanları mutluluğa, refaha erdirirler. Bundan dolayıdır ki, prensiplerin başına milliyetçilik konulmaktadır. Türk milletinin insanlık tarihinde ve medeniyet hayatında daima üstün bir yeri ve vazifesi olmuştur.
Türk milleti içine kapanık, cihan ve insanlık bütününden tecrit edilmiş bir hayata hiçbir zaman iltifat etmemiş, cihanşumûl bir hayatı kıtalar üzerinde “cihan devletleri” kurarak yüzyıllar boyu sürdüre gelmiştir. (15. Yüzyılda Osmanlı Türk devleti, Babürlüler, Safevi Türk devleti ve Memlüklü Türk devleti)
Tarihte yüksek bir medeniyet kuruculuğu ve taşıyıcılığı yapılmış hak, adalet ve nizam fikri, teşkilatçılık üstünlüğü ile milletlerin ve insanlığın hayatına daima müspet yön verilmiş, bu yolla asırlarca süren cihan sulhu sağlanmıştır.
Milletimizin seciyesinde saklı bulunan yaratıcı kudretin lütfu olan meziyetler Türk milletini her türlü engeli aşma ve zorlukları yenmeye muktedir kılmaktadır. Türk milliyetçiliği, Türk milletine duyulan engin sevgi ve inançtan kuvvet alan bir duygu ve şuur halidir. Türk milletinin hür ve bağımsız yaşamasını yükselmesini gaye edinen bir harekettir.
Türk milliyetçiliği Türk milletinin kendi varlığını meşru savunma duygusundan doğmuş bir şuur hareketidir, dolayısıyla millet ve ülkemizi bölüp yıkmak isteyen her türlü bölücü, mezhepçi, ırkçı ve sınıfçı yabancı ideolojiler Türk milliyetçiliğine düşmandır.
Türk milliyetçileri milletimizin ve devletimizin varlığını hedef alan bütün bu yabancı ideolojiler karşısında yıkılmaz bir iman kalesi gibi durmaktadır. Ebediyete kadar da bu böyle devam edecektir.
Türk milliyetçiliği anlayışında, kapitalizmin, sınıfçı sosyalizmin, komünizmin, faşizmin ve nasyonal sosyalizmin asla yeri yoktur. Başka milletlerin bir kültür ve tarih mahsulü olan bu yabancı ideolojilerin devlet felsefemizde hiçbir zaman yeri yoktur.
Türk milliyetçiliği hareketi, Türk tarihinden, Türk milletinin binlerce yıllık mazisinden sürükleyip getirdiği kıymet hükümlerinden kuvvetle ve hız alan kutsal bir fikir hareketidir. Kısaca özetlersek “Türklük şuur ve gururu ile İslam ahlak ve fazileti” milliyetçilik anlayışımızın geniş manadaki ifadesi olarak Türk milletine mal olmuştur.
Kültür savaşına karşı en müessir silah milliyetçiliktir. Kişinin kendi öz değerlerinin, öz varlığının korunması ve geliştirilmesi moral bir güç ve milli şuurla mümkündür. Milliyetçilik, sosyal ve ekonomik hamlelerde de fikri, ruhi, fiziki bir atlama tahtasıdır. Çünkü kişinin fikri ve fiziki gücüne dayanmayan hiçbir hamle başarıya ulaşamaz. Bütün bunlar nazara alınarak milletin her ferdi moral değerlerle ve milli şuurla teçhiz edilmelidir.
İnsanı sevebilmek, insanı hür yapabilmek, onu her türlü tutsaklıktan kurtarıp kendi kendine hâkim yapabilmekle mümkündür. İnsanın tutsaklıktan kurtulup, kendi kaderine hâkim olabilmesi, hürriyete kavuşması demektir.
Gerçek milliyetçilik, milleti meydana getiren her insanı hiçbir ayrım yapmaksızın aynı derecede sevmek, insan şahsiyetine derin hürmet duymaktır. İnandığımız milliyetçilik anlayışı, bu milleti meydana getiren insanlar arasında her türlü ayrımı kesinlikle reddeder. Milliyetçilik bölücü değil, birleştirici, ayırıcı değil toplayıcıdır.
Gaye
Tarih metafiziğimizin en önemli unsurlarından birisi gayedir. Gaye bir milleti gelecekte olacağı şeye hareketlendiren, şekillendiren asıllardan biridir. Gaye olarak düşündüğümüz şeyi evvela belirtmek ve ondan sonra bu gayenin gerçekleşmesini sağlayacak yolları görüşmek isabetli olacaktır. Gaye Türk milletini, insanca usullerle, en kısa yoldan, kendi gücüyle ayakta durabilecek, kuvvetli, müreffeh, mutlu, hak ve şereflerine sahip bir millet haline getirmek ve modern uygarlığın en ön safına geçirmektir.