Çanakkale, zaferle bittiği için orada 250 bin şehitten gururla bahsedilir. Bu ordunun başkomutan vekilinin Enver Paşa olduğu, utanç verici Balkan hezimetinden sonra orduyu yeniden teşkilatlandırarak ve gençleştirip silahlandırarak zaferin en yüksek payının ona ait olduğu gerçeği unutulur. Ama ‘Sarıkamış’ta soğuk ve hastalığa yenilip kayıp verince, herkes abartılı rakamlarla ve askeri strateji uzmanı edasıyla yalanlara sarılır.
Bundan 5-10 gün önce Ayasofya yeniden ibadete açılırken kendilerinin Hz. Fatih Mehemmet Han’a benzetmek hadsizliğine düşenler eğer Çanakkale Direnişi olmasaydı ve müttefikler Çarlık Rusya’sına zamanında yardım götürebilselerdi Bolşevik İhtilali’nin olmayacağını ve daha önceden yapılan anlaşma gereği işgalci güçlerin İstanbul’u ebediyen Ruslara vereceğini unutmuş görünüyorlar.
Enver Paşa ve İttihatçıları unutmak, hatırlayınca da İngiliz yavelerini ezberden sıralamak, Türk sağının mayalandığı ve kodlandığı dönemi, sağa yapılan aşıyı, biçilen görevi, çizilen sınırları anlamamız için elverişli bir ölçü sunar. Enver Paşa’ya ve İttihatçılara küfür edilecektir.
“Sol Kemalizm ise, II. Abdülhamit ve İttihatçılarla başlayan ve Mustafa Kemal’in 1930’lara kadar sürdürdüğü milli kalarak modernleşme, dindarlığı yenilikle barıştırma, mülk ve siyaseti yerlileştirme çabalarını çarpıtarak, devletle din, orduyla dindar, dinle modernlik ve Türklükle Müslümanlığı çatışan ters devreler haline getirip aralarına da mayınlar döşeme görevi görmüştür. Demek ki, İngilizlerle ilişkileri şaibeli sol Kemalistlerin ve Amerikalılarla ilişkileri netameli sağ-muhafazakarların İttihatçılık düşmanlığında buluşmalarında bir ‘hikmet’ bulunmaktadır.
Bu ülkedeki anlamsız kavgaların, dışa bağımlılığın, mal ve şehvet düşkünü sağcılığın, din ve millet düşmanı solculuğun, küçük adamların, sahte kişiliklerin, aymazlık, yobazlık ve korkaklığın, yabancı devletlere olan hayranlığın, güce tapmanın, sahte dindarlığın velhasıl Osmanlıdan beri bir gram bile değişmeyen bu milli(!) hasletlerimizin(!) yenilgi travması ve İttihatçılık düşmanlığı ile bağlarını merak ediyoruz doğrusu. ”Enver Paşa ve arkadaşları siyaseti yalanlarla, parayla değil yüce gayeler için; bilekleriyle, yürekleriyle, haklılıklarına yaslanarak, çile çekerek ve ellerinde avuçlarında ne varsa feda ederek yapıyorlardı.
Enver Paşa ve arkadaşları doğru ya da yanlış, bir şeylere inanır ve onu sonuna kadar savunurlardı. Bir fikirleri, bir sözleri, bir namusları vardı. Gerektiğinde fikirleri ve inançlarını için gözünüzü kırpmadan ölüyorlardı. Yiğitlik şanları, mertlik karakterleriydi. Rakiplerinin dahi karakterini geliştiren bir tesirleri vardı.
Bugün, bir şeylere inanmak değil, ‘ne istediğini bilmek’, ‘bir şeyler elde etmek’, ‘pazarlığı ve hesabı bilmek’ revaçta. İhtirasların ve arzuların şehveti hayatımızı esir aldı. Zalimlerin ve ayaktakımının ahlâkı bütün ülkeyi işgal etmiş durumda. Bugün ne yazık ki kirletilmedik hiçbir milli-manevi kutsalımız kalmadı. Necip milletimiz daha ne kadar içi boşaltılmış Müslümanlık, iktidar sahibi ve güç merkezlerine -sadece şahsi ikballeri için- teslimiyete dönüştürülmüş sözde milliyetçilik yalanlarına daha ne kadar bel bağlayacak doğrusu merak ediyoruz.
Enver Paşa ve arkadaşları o yoksulluk, çaresizlik, imkânsızlık günlerinde, yurtdışına adam gönderir, teşkilatlar kurarlardı, yabancı elçiliklerle görüşür değişik siyasi hamleler yaparlardı, uzak diyarlarda isyanlar çıkartır düşmanı oyalarlardı. Enver Paşa’nın oğlu Ali Enver, 1940’larda Londra’da öğrenim görürken, Londra büyükelçimizin aracılığıyla Churchill’le görüştüğünde Churchill ona, “Senin baban benim siyasi kariyerimi yirmi yıl erteledi” demiş. Onların görkemli savaşları, o zaman İngiltere’de, Rusya’da, Fransa’da, İtalya’da iktidar ve hükümet değişimlerine sebep olmuştu.
Bugün ise, ülkemiz bütün istihbarat örgütleri ve örtülü operasyonların laboratuvarı durumunda. Okumaya gönderdiğimiz çocuklarımız ya buradaki zulümlerden bıkıp bir daha dönmez oluyor veya ‘iyi ilişkiler’ kurabilmişse paraşütle dönüyor.
Enver Paşa ve arkadaşları, Irak’taki İngiliz işgaline, Kanal Harekâtı, Filistin direnişi, Kut-ul Amere zaferi ve Medine müdafaası ile cevap vermişti. Enver Paşa ve arkadaşları çürümüş bir hanedanlığın, tükenmiş bir İmparatorluğun, cehalet ve yoksullukla malul bir milletin çocuklarıydı. Bin bir imkânsızlık, karmaşa ve devletler oyunu içinde büyüyüp çöküşü durdurmak için sonuna kadar ve yiğitçe döğüştüler.
Enver Paşa ve arkadaşları bütün Osmanlı’nın, bütün Avrasya’nın, bütün Doğu’nun direnme ve dayanma çabasıydı ama maalesef, başaramadılar.
Emperyalizm kazanmaya, biz yenilmeye devam ediyoruz. Devletimiz tam bir kuşatma altında.
ABD’nin küstah başkanı Trump’ın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı “Şunları şunları yapmazsan senin ve yakınlarının yurtdışı bankalarındaki hesaplarınızı açıklarım.” tehdit ve şantajına karşı kendisinden beklenen -içerdeki muhaliflerine çok sık kullandığı -“açıklamazsan şerefsizsin, namertsin!’’- cevabını veremiyor veya -asla inanmak istemediğimiz- şüyuu vukuundan beter bu iddia karşısında her demokratik hukuk devletinde yapılması gerekeni yapamıyor veya yapmıyor.
Milletimiz, artık her şeyi boşlamış, gündelik dertleri dışında herhangi bir şeyle meşgul olmak, hatta düşünmek, tartışmak, yorulmak istemiyor. Aydınlarımızın bir kısmı iktidar yağcılığı, bir kısmı rejim bekçiliği, bir kısmı da Tanzimatçı şaklabanlıklar yapıyor. Sermaye sahiplerimiz henüz ‘burjuva’ bilinci ve seçkinliğine sahip değil. Yabancı sermaye acenteliği ile devleti soyma uğraşı yanında bu işler onlara biraz fantezi geliyor. Durum, sandığımızdan da kötü aslında.
Enver Paşa ve arkadaşları yaşasaydı, hemen durumdan vazife çıkarırlardı. Enver deyince aklına hemen yayılmacılık ve macera gelenler, onun hiçte macera olmayan ve sadece savaşı tüm Asya’ya yayarak Anadolu’yu rahatlatan bir savunma hattı örmeye çalıştığını unutuyorlar. Üstelik, lazım olduğunda da Neo-Osmanlıcılık, bölgede etkili olmak, Musul- Kerkük, Doğu Akdeniz, Libya hikayeleri üzerinden Enver Paşa’yı çağrıştıracak ajitasyonlar çekiyorlar.
Oysa Enver Paşa evvela soylu bir savunma ve kararlı bir var olma davasıdır. Bu ufuk bir yayılma değil; dağılmama, en azından yenilmeme iradesi ile sınırlıdır. Bu sebeple Enver Paşa ve İttihatçılık, önce içerde toparlanmanın, sağlam durmanın, dayanmanın ve yenilenmenin adıdır. Bu iradeyle, bütün iç meselelerimizi çözecek ve dışa bağımlılığı asgariye indirecek Milli demokratik bir restorasyondur.
İşte bugün bunun için İttihatçılıkla, yani o kendine güven, haysiyet, vatanseverlik ve cesaretle tanışma ve barışmamız gerekir diyoruz. İşte bu manada Enver diyoruz. Şehit na’şının cebinden bir büyük harita, bir Kur’an-ı Kerim, yarım kalmış bir mektup ve birkaç kuruş para çıkan Enver Paşa. Tıpkı yıllarca Teşkilat-ı Mahsusa’da değişik cephelerde savaştıktan sonra mütareke yıllarında esaretten dönüp hastalanınca, İstanbul’da Özbekler Tekkesini sığınıp, orada ruhunu Allah’a teslim eden ve bavulundan bir Türk Bayrağı ile Kur’an’ı Kerim’den başka bir şey çıkmayan Teşkilat-ı Mahsusa’nın fedaisi Zenci Musa gibi.
Yaşadığımız kâbusun şifreleri dışında geriye hiçbir şey bırakmayan; bir komutan, bir devlet adamı, bir eş, bir insan nasıl olurmuş düşmanına bile ispat eden, bir yalnız ama büyük adamdır Enver Paşa. Şehadetinin 98.yıldönümünde Enver Paşa’yı ve mücadele arkadaşlarını sonsuz rahmetle yâd ediyoruz.
KAYNAKÇA
AKSUN Ziya Nur, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2005.
ASLAN Emir Şekip, Sürgünde Üç Ölüm, Çev. Aziz Akpınarlı, Truva Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2010.
AYDEMİR Şevket Süreyya, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, Cilt 1, Remzi Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1972.
CİHANGİR Erol, Emir Şekib Aslan ve Şehid-i Muhterem Enver Paşa, Doğu Kütüphanesi Yayıncılık, İstanbul, 2005.
KÖSOĞLU Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2008.
ÖZCAN Ahmet, Davası Olmayan Adam Değildir, Yarın Yayınları, İstanbul, 2015.
ÖZCAN Ahmet, Açık Mektuplar, Yarın Yayınları, İstanbul, 2004.
Mete Muhsin, Tacikistan Günlüğü, Almıla Dergisi, Ankara, Sayı:27