Tarihi Ermeni Kudurganlığı, Karabağ Meselesi ve 26. Yılında Hocalı Katliamı…

0
320

Ermenilerin Karabağ’a hâkim olma arzuları yeni değildir. Ermenilerin Karabağ’daki hâkimiyetlerinde başrolü Moskova oynamıştır ama Azerbaycan’ın Rus işbirlikçisi komünist yöneticileri de suçlular arasındadır.

Karabağ, 28 Mayıs 1918 tarihinde kurulup 27 Nisan 1920 günü Rus işgaline uğrayan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sınırlarına dâhildi. Moskova’nın ilk yaptığı iş, Azerbaycan’ı ikiye bölmek olmuştur. “Zengezur” adı verilen bölgeyi Ermenistan’a hediye ederek Nahcivan ile Azerbaycan’ı ayırmıştır.

Bu uygulamanın birinci sebebi Türkiye ile Türk Dünyası arasındaki kara bağlantısını kesmekti. Moskova, işi zamana yaymış ve 70 yıl içerisinde, tarihi Türk yurdu Karabağ’da Ermeniler, çoğunluğu elde etmenin verdiği şımarıklıkla saldırıya geçmişlerdir.
Geçen bir asırdan beri devam eden ermeni propagandasının sonucunda yeryüzündeki bütün Türkler “medeniyetsiz” ve “vahşi” bir millet, Ermeniler ise dünyanın en mazlum, dertli ve sessiz, ama medeni bir milleti olarak gösterildi.


            Bu işte, tarih boyunca Türklerin Asya ve Afrika’daki hâkimiyetini kıskanan ve onları bu kıtalardan kovmağa çalışan batı dünyasının ve özellikle İngilizlerin de büyük rolü olmuştur. 1912 yılında Rusya’nın Van, Erzurum ve Bitlis başkonsolosu olmuş General Mayevski “Van’daki hadiseler, Ermenilerin öldürülmesi” adlı raporunda şunları yazıyor: “Ermeni milleti hiç kimsenin değil, yalnız aklını kaybetmiş liderlerinin kurbanı oluyor. Onların liderlikleri sayesinde binlerce kan-kardeşleri mahvoldular.


              Lakin bunun yerine, onlar hiç de kendi sosyal durumlarının iyileştirilmesini temin edemediler, aksine, acıklı ve karışık bir vaziyete düştüler”. Bu günümüzde de böyle değil midir? Toplam nüfusu başkentimiz Ankara kadar bile olmayan Ermenistan yokluklar içerisinde kıvranıp, yüz binlerce insanı Rusya’da ve Türkiye’de çok düşük ücretlerle çalışmasına rağmen Rusya ve Amerika’ya güvenip Türkiye’ye kafa tutabilmektedir. Hâlbuki önümüzdeki 50 yılda büyük Ermenistan mümkün değildir.

 

              Burada bir başka ilginç konu; milletler arası arenada acımasız bir rekabet içerisinde olan ABD ve Rusya’nın Karabağ meselesinde Ermenistan’ın yanında yer almış olmasıdır. Tıpkı Kıbrıs meselesinde Rum tezlerini savundukları gibi…

 

             Bilindiği gibi birinci cihan harbi sonrasında ABD tarafından ilan edilen Wilson prensiplerinin “her halk çoğunluk olduğu yerde kendi kaderini tayin hakkına sahip olmalıdır’’ tezi, özellikle Anadolu’nun doğusunda bir Ermenistan kurma hayali ile ilgilidir.
Ama yanlış hesap Talat Paşa’dan dönmüştür. Osmanlı devleti tehcir kararıyla bu oyunu bozmuştur. ABD’nin karizması çizilmiştir, ABD’nin Türkiye’nin güney sınırlarını hâlen tanımıyor olmasının sebebi budur. Dün Ermeniler üzerinden Osmanlı Türk devletini dağıtıp bölgemizi paylaşmaya çalışan ABD ve Batılı güçler yüz yıl sonra da bölgede bir başka halk üzerinden PKK, PYD, YPG gibi terörist unsurları kullanarak Türkiye’ye diz çöktürmeye çalışmaktadırlar.

 

Batı Dünyasının ve Rusya’nın günümüzde de Ermeni tezini desteklemesi ise yüz yıl önce Ermenilere verdiği sözleri yerine getirememenin mahcubiyeti, Hristiyanlık taassubu ve Ermeni diasporasının baskısıyla oluşan iç politik sebeplerdir.
Zira bu mesele ABD ve Fransa devletlerinin iç politikalarında tesir uyandıran önemli bir faktördür.
             

Aslında, Azerbaycan’da olan soykırımlar geçen yüzyılın başlarından başlayıp bugüne kadar devam eden bir silsiledir, bir zincirdir. Karabağ ve Hocalı bir katliam gibi, soykırım gibi, birbirini takip eden birbirini tamamlayan sistemli olaylardır.
Bu yüzyıllardır süregelen tarihi bir stratejinin, siyaset silsilesinin, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkıveren yeni bir halkasıdır.
Ancak Hocalıyı esas cazip kılan, bölgenin dış dünyayla bağlantısını kurabilecek yegâne askeri havaalanına sahip olmasıydı.


              Ruslar, Çarlık döneminden beri stratejik sebeplerle ve Hristiyanlık mensubiyet duygusuyla Ermenilere sürekli destek olmuşlardır.
Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi Dağlık Karabağ meselesidir.
Türkiye’ye karşı tarihi bir ittifak içerisinde olan Rusya ve Ermenistan’ın bu ilişkilerinin son yıllarda özellikle askeri boyutlarda daha da derinleştiği gözlenmektedir ve halen Ermenistan’ın en büyük ticari ortağı Rusya’dır.
Ekonomik gelişmelere paralel olarak, özellikle askeri alanda yaşanan tırmanış dikkat çekicidir. Bu bağlamda söz konusu silahların bölgede kime karşı ve ne için bulunduğu sorusu da akla gelmektedir.
               

O tarihteki Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Ermenistan ziyaretinde dile getirdiği “Benim köküm Tiflis’e bağlıdır, damarlarımda Ermeni kanı akar, atalarım Tiflis’tendir, Ermeni kanımı ise başkası ile mukayese etmek gereksizdir. Çünkü bende başkası yoktur.” şeklindeki sözleri başka ve derin ön yargı anlayışın ifadesidir.

 

Karabağ meselesine gelince…


          Her şeyden önce meseleyi yanlış adlandırıyoruz. Rusya’nın desteğindeki Ermenistan’ın (Karabağ Ermenilerinin değil) işgal ettiği topraklar “Dağlık Karabağ”dan ibaret değildir. Karabağ’ın tamamından fazladır. Türkiye’de en yetkili şahıslar bile “Ermeniler Karabağ’dan çıkmadıkça Ermenistan kapısı açılmayacaktır” şeklinde konuşabilmektedir. Mesele Karabağ’la bitmiyor ki… İşgal altındaki diğer 7 bölge ne olacak? Kırk bin şehidin kanı ne olacak? Şu anda Ermenistan’ın esareti altında bulunan binlerce Türk’ün durumu ne olacak? Saldırgan Ermenistan savaş tazminatı vermeyecek mi? 

Sovyetler Birliği’nin kurulması esnasında sınırlar çizilirken komşu ülkelerin kendi aralarında ihtilaflı alanlar oluşturulmuştur. Burada Azerbaycan yönetiminin takip ettiği siyasetinde üzerine durulması gerekir. Karabağ, silah zoru ile işgal edildiğine göre, son çare silahla geri almak değil midir?

 

Azerbaycan Türkleri’nin Karabağ’dan vazgeçmesi mümkün değildir.
Evet, Ermeniler çok iyi propaganda yapıyorlar, batılı devletler (bilhassa AB-ABD ikilisi) dindaşları Ermenilere çok yoğun destek veriyorlar.

  Ermenistan’ın bizden istediği toprak, para ve itibar, Azerbaycan’ın işgal ettiği topraklarından çok daha fazladır. Bütün doğu Anadolu’yu kendi toprağı sayıyor. Doğu Anadolu’ya “batı Ermenistan” adını veriyor. Gelecekte başkentini Van’a taşımayı planlıyor. Bununla da yetinmeyip, Karadeniz’e çıkış istiyor. Açıkçası Doğu Karadeniz’de Ermenilerin hedefleri arasındadır.

 

Ama önümüzdeki elli yılda bunun mümkün olmadığını dünya âlem bilmektedir.
Ermenistan samimi ise anayasasından Türkiye’den soykırımı tanıma, toprak ve tazminat isteyen maddesini kaldırmalı. Ermenistan’ın bu anayasası yürürlükte oldukça Türkiye ile Ermenistan arasında beklenen yakınlaşmanın gerçekleşmesi mümkün değildir.
Bugün Azerbaycan fakir bir ülke değildir. Nüfusu Ermenistan’ın iki mislinden fazladır. Zengin doğal gaz ve petrol yataklarına sahip olmasından dolayı ciddi bir mali güce ulaşmıştır.
Süratle güçlü bir ordu kurmalıdır, bu orduyu modern silahlarla teçhiz etmelidir.
Azerbaycan yönetimi siyasi ve iktisadi demokrasiyi ülkesinde hâkim kılarak halkın gücünü arkasına alarak Ermenistan’la mücadelede pekâlâ mesafe alabilir..

              Meselenin milletler arası zemine taşınması bunun için de insanlık âleminin alakasını Karabağ, Hocalı ve Ermeni zulmüne çekebilmeyi başarabilmesi lazımdır.
Bir Filistin meselesi 58 yıldan beri dünya kamuoyunda konuşulmakta, asılsız Ermeni soykırımı iddiaları 105 yıldır dünya kamuoyunu meşgul etmektedir.
Elbette Türkiye üzerine düşeni yapmalıdır ama öncelikle her halk kendi öz gücüne güvenerek işgal altındaki topraklarını kurtarmayı başarabilmeli kendi öz gücüyle bağımsızlığını savunabilmelidir.
             

Meselenin dünya kamuoyuna duyurulması ve insanlığın hafızasında derin izler bırakması gerekmektedir. Azerbaycan yönetimi insanlığın dikkatini bu meselelerin üzerine teksif edebilmek için çok yoğun tanıtım faaliyetleri yapmalı uluslararası üne sahip sinema filmi yapımcılarına hiçbir masraftan kaçınmadan yaptırılacak filmlerle ve dünyanın değişik yerlerinde ve dillerinde basılmış kitap, broşür ve yayınlarla bıkmadan usanmadan haklı davasını anlatmalıdır. Batı’nın yüksek teknolojisine müracaat edildiği gibi gelişmiş sinema endüstrisinden de istifade edilmelidir.

 

Hocalı Soykırımı’nı yapanların kimler olduğunun bilinmesine rağmen bu katiller serbest dolaşmakta hatta cezalandırılmak yerine tam tersi cumhurbaşkanı ya da savunma bakanı yapılarak ödüllendirilmektedir. Robert Koçaryan 1992’de Hocalı Soykırımı’nı gerçekleştiren kuvvetlerin çete reislerinden biriyken sonrasında Ermenistan Cumhurbaşkanı olmuştur. Soykırımın yaratıcılarından o dönemin çete lideri Serj Sarkisyan da yakın tarihe kadar cumhurbaşkanıydı.

 

11 Temmuz 2008 tarihinde Srebrenitsa katliamının yıl dönümünde yapımcı Arslan Küçükyıldız tarafından TRT İnt ve TRT Türk’te 26 saat kesintisiz canlı olarak TRT 1 ve TRT 2’de kısmen “mavi kelebeğin izinde” adıyla yayınlanan bir belgeselden hemen sonra bu belgeselin Avrupa kamuoyunda uyandırdığı tesirler sebebiyle “Sırp kasabı Radovan Karacic” ve General Radko Miladiç uzun yıllar saklandıkları inlerinden çıkarılarak yakalanmıştır. Lahey Adalet Divanı’nda ağır hapis cezalarına çarptırılmışlardır. Aynı şekilde Bosna’da katliamlar yapan ve tarihi Mostar Köprüsü’nü top ateşiyle yıktıran Hırvat general Slobodan Pralak aynı mahkemede yargılanırken yüzüğündeki zehiri içerek intihar etmiştir.
Bu hadiseler bu tür yayınların dünya kamuoyundaki tesirlerinin çarpıcı birer örneğidir.
Karabağ’daki söz konusu çete elebaşlarının da adalete teslim edilmesi içinde aynı kampanyalar açılabilir.

 

Benzeri bir çalışma TRT’nin o tarihteki Bakü temsilcisi Raşid Demirtaş’ın “Hocalı’nın Çığlığı” isimli belgeseli Azerbaycan için bir başlangıç olmuş ama maalesef Azerbaycan yönetimi tarafından devamı getirilememiştir.

 

Bu satırları yazarken (25 Şubat 2020 saat 20:30 civarı) Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği Başkanı Sayın Abdullah Buksur Bey’i telefonla aradım. Uzun görüşmemizde özetle şunları anlattı; “Bendeniz İnsan Hakları kriterlerine uygun olarak Türkiye’de İnsan Hakları experti etiketine sahip 5 kişiden birisiyim. Bu konuda Kopenhag’da 840 saat eğitim alarak bu belgeyi almaya hak kazandım.

10 Aralık Dünya İnsan Hakları gününde 1999 yılında Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği olarak Birleşmiş Milletlere Hocalı katliamının ‘soykırım’ olarak kabulü için dilekçe verdik. Bu dilekçeyi vermeden önce çok geniş araştırmalar yaparak Hocalı Soykırımı ile ilgili olarak Batılı haber ajanslarının o yıllarda yayınladıkları bütün haber programlarını, belgeselleri, her türlü dokümanı hatta Ermenistan Devleti’nin yayınlarını da ekleyerek çok kapsamlı bir dosya halinde sunduk.  


    Birleşmiş Milletler yetkilileri bu dilekçeyi “eşleştirin, eksikleri tamamlayın” diyerek iade etti. Söz konusu eksikleri tamamlayarak 2002 yılında dilekçeyi verdiğimiz halde aradan geçen 21 yıla rağmen bir netice alınamamıştır. Bu da Birleşmiş Milletler yetkililerinin Karabağ meselesine ve Hocalı katliamına alakasızlığının çarpıcı bir örneğidir. Dilekçemiz ekinde sunduğumuz belgelerde 1948’de BM’nin soykırım olarak kabul ettiği insan hakları ihlallerinin Ermeniler tarafından Karabağ’da uygulandığını belgeledik. Bu konuyu takip etmek üzere Azerbaycan tarafından Araz Aslanlı Bey’i yetkili olduğunu bildirdik.

          Ayrıca yine Araz Aslanlı Bey vasıtasıyla konu İslam İşbirliği Teşkilatı’nda görüşüldü. Teşkilat, üye devletlerin Hocalı’daki katliamı soykırım olarak kabul etmeleri tavsiyesinde bulundu.”

 

Son yıllarda başkent Ankara’da ve Türkiye’nin muhtelif illerinde meydanlarda, üniversitelerde Hocalı katliamının yıl dönümü dolayısıyla yapılan mitingler, yürüyüşler, anma toplantılarında Azerbaycan milletvekillerinin ve iktidar ve muhalefet partileri milletvekillerinin konuşmacı olarak katılmış olması yine meselenin bir iç politika malzemesi olmaktan kurtulacağının ve bir milli politika ekseninde buluşulacağının sevindirici işaretleridir.

 

        Türkiye’nin yapamadıkları ve yaptıkları;

        Sovyetler Birliği dağılmış, Kızıl Ordu darmadağınık ağır silahlarını bile çok cüzi bedeller karşılığı sağa sola satar durumdaydı..
Bölgede aktif bir siyaset izlenmesi ve askerî müdahalede bulunulması ve Azerbaycan’a yardım için Ermenistan’ın ablukaya alınması gerektiği yüksek sesle dillendirilmesine rağmen, bu mümkün olamamıştır.

 

         Hocalı Soykırımı tüm dünyanın kanayan vicdanıdır… 20. Yüzyılın sonunda en büyük insanlık ayıbının adı: Hocalı Soykırımı’dır…
Türk milleti ise meselenin başından itibaren çok duyarlı davranmıştır..
İlk iş olarak sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde büyük bir miting planlanmış mitingden bir gün önce Prof. Dr. Muammer Aksoy’un karanlık eller tarafından katledilmesi miting ve cenaze güzergâhının aynı olması sebebiyle büyük olaylar çıkar endişesi ile miting iptal edilmiştir.


                Türk milleti son iki yüzyılda yaşadıklarını asla unutmamalı, kendilerini, çocuklarını ve devletlerini buna göre hazırlamalıdırlar! Varlıklarının yegâne temeli, budur.
Öte yandan, Türkiye, Avrupa, Amerika ve Rusya’ya bağımlı olmadan, Kafkas ülkeleri ile yakın dostluklar geliştirebilir ve menhus nefret hastalığını insanların ruhundan kazımak için kolların sıvanmasında öncülük edebilir. Kilisenin ve siyasetçilerin ekmiş olduğu bu kin ve nefret hastalığının ancak kazınmasından sonradır ki bu bölgeye huzur gelebilir.
Bugün yapılması gerekenler;

 

             Öncelikle, Türkiye Cumhuriyeti devleti Arakan’daki Filistin’deki zulüm gören Müslümanlara gösterdiği hassasiyeti ve Kudüs meselesi ile Birleşmiş Milletler’ de gösterilen çabaların Karabağ konusunda da göstermelidir zira Türk milleti için Arakan ,Filistin ne ise Karabağ da  aynı derece de önemlidir üstelik buralar sadece dini bağlarla değil milli bağlarla da bağlı olduğumuz millettaşlarımızın yaşadığı Türk topraklarıdır.

          3 Ekim 2010’da oluşturulan tarih boyunca Türk devletleri arasındaki en geniş anlaşmaları ihtiva eden “Türk Konseyi” isimli milletler arası kuruluşun daha aktif olması sağlanmalıdır..

          Bakü Tiflis Kars demiryolu hattının Ermenistan sınırlarının dışından geçmesi Ermenistan’ın hepten yalnızlığa itilmesi ve Ermenistan yöneticilerinin akıllarının başlarına toplamaları açısından da bir ikaz niteliği taşımaktadır.

 

Ayrıca daha yakın tarihlerde Ermeni Tehcirinden dolayı Ermenistan’dan özür dileyen, Bursa’daki Türkiye-Ermenistan futbol müsabakasında ellerinde Türkiye ve Azerbaycan bayraklarıyla stadyuma giren gençlerin elinden bayrakları toplatan bir sakil zihniyetin, “taçla akıllanmayan bir başın taşla akıllanmış” olması “Karabağ meselesi Azerbaycan için ne anlam taşıyorsa Türkiye için de o anlamı taşıyor” noktasına gelmiş olması yine de sevindirici bir durumdur.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz