Türk Dil Bayramı Kutlu Olsun

0
325

Bir Konu Bir Konuk

İki ay kadar önceydi. Bir yandan kitap okuyor, bir yandan daMeteoroloji radyosunda türküler dinliyordum. Radyo programcısı Emine Türk Karaaslan, Hacettepe Üniversitesi Almanca Mütercim Tercümanlık bölümü öğretim üyesi Dr. Fatma Doğanay hanımefendiyle yabancı dilde eğitim konusunda bir konuşma yaptı. Dinledikten sonra Fatma Doğanay hanımefendinin üniversitedeki telefonunu arayarak bu konuda görüşmek istediğimi belirten bir çağrı bıraktım. Sağ olsunlar beni aradılar. Kendilerinden bu çalışmanın ses kayıtlarını istedim. Kayıtları Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi yüksek lisans öğrencisi Abdulkadir Şanlı kardeşimiz deşifre etti. Türk dil bayramında anlamlı bulduğum için bu metni sizlerle paylaşıyorum.

Bugünkü konumuz yabancı dilde eğitim mi? Yabancı Dil ve eğitim mi? 

Sorunuza kısaca cevap vermek istiyorum. 

 

Sizi tanıyalım sonra eğitim üzerine sohbetimize devam edelim. 

Efendim Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Mütercim-Tercümanlık Bölümü Almanca Anabilim Dalı Öğretim Üyesi’yim. Yaklaşık 30 yıldır Hacettepe Üniversitesinde görev yapmaktayım. Çocukluğumun 8 yılını Almanya’da geçirdim. Daha sora liseyi Türkiye’de okudum; Lisans, yüksek lisans ve doktoramı Hacettepe Üniversitesi’nde tamamladım ve şu an hala Hacettepe Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü Almanca AnaBilim Dalı’nda öğretim üyeliğine devam etmekteyim. Bu arada bir 16 sene kadar da yabancı diller bölümünde de okutmanlık yaptım. 

 

İlk öğrendiğiniz dil Almanca mıydı? 

Tabi ki Türkçeydi. Zaman zaman arkadaşlarla konuşurken ya da öğrencilerimle ya da beni ilk kez tanıyanlar, “Hocam çocukluğunuzu yurt dışında geçirdiğinizi bilmiyorduk, ilk kez öğrenince şaşırdık” diyorlar, “Niçin?” diye sorunca “Aksansız Türkçe konuşmaya gayret ettiğinizi ve bu konuya önem verdiğinizi biliyoruz, onun için çok şaşırdık. Genelde yurtdışında kalanların aksanlarında bozulmalar oluyor ya da kaymalar oluyor, kelime haznesi daha farklı olabiliyor, nasıl oluyor da sizde bu farklılıklar yok” diyorlar. 

 

Bende bir farklılık yok aslında ama sizin sorunuza gelecek olursak zaten işte buradan kaynaklanıyor; küçük yaşta annemin babamın ilk sosyalleşme evresi ile başlıyor. Türkçe ile masallar, hikâyeler, romanlar, konuşmalarımız, evde musiki olsun, din olsun hangi alanda olursa olsun bol bol Türkçe kelime kullanmaya çalıştık. Yabancı dili tabi ki daha sonra öğrendim. Ben 6 yaşında yurtdışına gittim, orada doğup büyüyen arkadaşlarımızda var. Her şey ailede başlar, eğer aile ile Türkçe’ye başlarsanız, kendi ana dilinizle başlarsanız, kendi dilinizle düşünürsünüz, kendi dilinizle hissedersiniz, kendi dilinizle karşı tarafa ifade ederseniz duygu ve düşüncelerinizi. Yabancı dilim evet, Almanca. 2. dilim ama ana dile yakın bir dil değil, ben aksansız olarak kullanıyorum ama önce kendi dilim. Çünkü bir lisan bir insan doğru. 

Ama düşündüğümüz zaman bu şimdi bugünkü konumuza dönecek olacaksak; yabancı dilde eğitim mi önemli yoksa yabancı dil ve eğitim mi? Siz hangisini savunuyorsunuz? 

Çok karanlık bir konu ve çok güzel bir sual ama müsaade ederseniz konuya girmeden önce önemli bir konuya değinmek istiyorum. Hepimiz bu ara önemli günlerden geçiyoruz. Başta şehitlerimiz olmak üzere hepsine rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun, ruhları şad olsun. Gazilerimize şifalar diliyorum. Bu arada tabi acımızda büyük her ne kadar konu önemli de olsa aklımızın hep bir arkasında silahlı ordumuz var. Şerefli ordumuza muzaffer olmasına başarılı olması için hep birlikte dua edelim. 

 

Konumuza gelecek olursak yabancı dilde eğitim mi yabancı dille eğitim mi demiştiniz. 

Yabancı dilde ya da yabancı dille eğitim aslında ne zaman başladı nasıl başlıyor, bizde eğitim nasıldır? İlköğretim de orta öğretim de nasıl, geçmişte nasıldı? 

Bildiğiniz üzere Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ, Hacettepe Üniversitesi, İTÜ, Galatasaray Üniversitesi, gibi yaklaşık 10 üniversite, araştırma üniversitesi ilan edilmiştir. Burada ortak noktaya bakacak olursanız benim dikkatimi çeken hususlardan bir tanesi de yabancı dil ağırlıklı olmalarıdır. %100 ya da %30 yabancı dilde eğitimin yapıldığı üniversitelerdir ama beni endişelendiren veya benim farklı düşündüğüm husus acaba yabancı dilde eğitim yapılmalı mı? Yoksa yabacı dil ve eğitim mi yapılmalı? İnsan hangi dilde düşünür, hangi dilde bilim üretir?  İlk görüşümü ifade etmek istiyorum. Türkçe bir bilim dilidir. Eğer ben akademisyen isem düşüncemi ürettiklerimi, okuduğumu, yorumladığımı önce kendi dilimin süzgecinden geçirip sonra yabancı dile bunu aktarmam gerekiyor. Ben yabancı dili sonradan öğrenen birisiyim. Her ne kadar yurtdışında öğrenmiş olup burada olsam da ailem beni yabancı dille eğitim yapılan bir okula değil; Türkçe eğitim verilen bir okula gönderip önce kendi dilimi öğrenmemi sağladılar, bununla birlikte yabancı dili öğrenmemi istediler. Günümüzde yabancı dil bizde nedense bir amaç haline geldi; yabancı dil bir araç olmalı, hangi alanda olursanız olun mutlaka yabancı dil öğrenin.  Zaten bugünlerde bildiğiniz üzere Milli Eğitim Bakanlığı en az 2 dil olmalı diyor. Bir de Osmanlıca Türkçesi; dedemizin babaannemizin, kullandığı o dili, yazdığı şiirleri hangimiz okuyabiliyor? Dolayısıyla kendi dilimizi kendi kültürümüzü bilmemiz lazım. Ana dil insanın temelidir, bir binanın temelini, yapı taşını düşünün. Her sene gelen öğrencilerle Milli Eğitim Bakanlığı’nın yabancı dilde eğitime nasıl bir çözüm ürettiğini tartışırız. Bugüne kadar tabi ki çok fazla proje yapıldı, bu projelerin bir kısmı tuttu, bir kısmı tutmadı. Yabancı dilde eğitim veren kolejler var; özel okullar var. Bildiğim kadarıyla en son proje, mobil destekli oyun odaklı yabancı dil öğretmeydi. 2. sınıftan itibaren 4. sınıfa kadar ağırlıklı oyun odaklı ve mobil destekli, ondan sonraki orta öğretimde biraz daha oyundan çıkıp, daha farklı bir eğitimle yine kademeli bir şekilde 12. sınıfa kadar yabacı dil eğitimine geçiyor öğrenciler. Biraz önce bahsettiğim gibi amaç 2 yabancı dil ve Osmanlı Türkçesini öğretmek. Bunu son derece yerinde buluyorum; fakat her iki senede, 3 senede bir ya da her Bakan değiştiğinde özellikle yabancı dille ilgili bu değişikliklerin sık sık yapılmaması, bununla çok fazla oynanmaması lazım. Öğrenciler üniversiteye geldiği zaman hakikaten bizler de çok şaşırıyoruz. 3-4 sene önceki öğrencinin bildiği yabancı dille eğitim düzeyi çok farklı olabiliyor. Şimdi baktığımız zaman ilkokul 2. Sınıfta ve bazı anaokullarında bile, hatta bazı komşularım var çocuk dünyaya gelmeden ‘’Hanım birkaç ay sonra doğum yapacak daha şimdiden çocuk 4 yaşına geldiğinde hangi kreşe vereceğiz hangisi yabancı dilde eğitim yapıyor onu araştırıyoruz’’ dediğinde çok üzülüyorum. Çünkü burası bir sömürge ülkesi değil. Yabancı dil öğrenmesini istemesi güzel ama çocuk zaten daha küçücük. 3 yaşına kadar annesinin dilinde bazı şeyleri gördüğü için çocuğun olgunlaşması, ninni söylemesi; bütün ailenin Türkçe konuşmasını, Türkçe şarkı-musikiyi ya da evde konuşulanı çocuk duymuyor zannediyoruz. Hepsini duyuyor, ondan sonra birden çocuğu anaokuluna veriyoruz ve 4 yaşında: ‘’Aman çocuk yabancı dilde eğitim görsün’’ diyoruz. İyi de, kendi dilinde düşünmeyen, kendi dilinde görsellik oluşturmayan çocuk nasıl olur da Almanca, İngilizce, Fransızca eğitilir? Bunu algılamam mümkün değil. Yurtdışında hiçbir yerde böyle değildir. Dikkatinizi çekerse özellikle geri kalmış ülkelerde ya da Afrika gibi birçok yerde hep yabancı dilde eğitim yapılır. Amaç yabancı dil öğretmek değil, kendi dilinde duygu ve düşüncelerinden uzak yetiştirmektir. Bu çocuğun 20-25 yaşına geldikten sonra tabi ki ilgili dile ve öğrendiği dilin kültürüne uyması gayet doğaldır, işte o zaman mili ve manevi değerlerden uzaklaşmaktadır. Çünkü ana sütüdür. Ana sütü kendi dili olmadıktan sonra istediği kadar yabancı dil öğrensin olmuyor. Bizde, Mütercim Tercümanlık Bölümü Almanca, İngilizce, Fransızca 3 daldan oluşuyor. Ayhan ile beraber program yapınca Türk İşaret Dilinden bahsetmiştik. Bugün Türk İşaret Dilinin bu noktaya gelmesi sevindiricidir. Öğrencilerime hep demişimdir: “İşaret dilini öğrenin çünkü işaret dili görsel bir dildir. Görsel dil aynı zamanda kendi kültürünüzün dilidir, çünkü işaret dili kültürden beslenir.” Niçin işaret diliyle Türkçeye bağlantı kurmak istedim, çünkü çocuk öğrenmek isterken kendi kültürünü ve dilini öğreniyor. Yabancı dili öğrenirken Türkçesi iyi olanlar, yabancı dili çok daha etkin öğrenebiliyor. Bu arada ben hemen Türkçe ile ilgili kısa bir şey söylemek istiyorum. Türkçenin dil ailesine baktığımızda Ural-Altay dil ailesine mensuptur, yani sondan eklemeli dillerdendir. Almanca, Fransızca gibi değildir. Burada beni üzen noktalardan bir tanesi, yurtdışında çocuklar aksansız yabancı dil öğreniyor dedikleri zaman Almanlar, İngilizce ve Fransızca öğreniyor. Gayet doğaldır. Bu bizim Azeri Türkçesi öğrenmemiz gibidir ya da Türkiye’deki gibi bazı aksanlarda farklılıklar var ama öğrendiğimiz gibi bu yabancı dil değildir. Dolayısıyla cümle yapıları aynıdır, oysa bizdeki tamamen farklıdır. Bu arada, unutmayalım ki dünyanın en güzel gırtlaklarına sahip insanlar Mezopotamya dediğimiz bugünkü Anadolu topraklarındandır. En güzel dili konuşanlar da onlardır. Dil musikisini düşünün, o kadar güzeldir ki! 

 

Hatta İngilizler şöyle diyor, Türkler için aksansız konuşabilen yabancılar. Benim uzun zamandır yurtdışında yaşayan Alman-Fransız meslektaşlarım var. Zaman zaman onlarla konuşuruz, 10-15 yaşında iken gelmişler ve 30-40 yıldır burada yaşıyorlar. Birçoğuna bugün şahit olmuşsunuzdur. Antalya’da, Ege’de, Akdeniz sahillerinde buraya yerleşen yabancı turistlerimiz var. Rusya olsun ya da diğer ülkelerden gelenlerin hiçbirinde aksansız Türkçeyi duymanız mümkün değil. Mesela “Ben Iğdır’a gitmek istiyorum” demek ister ama “Ben İğdir’a gittim” der, “I” sesini çıkaramaz. Mutlaka bir yerde fire verir. Mutlaka anlaşılır. Ama bugün Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da dünyanın neresinde olursa olsun, oradaki gurbetçi vatandaşlarımız hakikaten aksansız, hatta ve hatta okuldan da öğrendikleri için ölçümlü, standart dediğimiz ya da yazı dili dediğimiz o ülkenin diliyle oradaki kendi milletinden daha güzel konuşurlar. Şimdi insan, tabi ki öğrenciler geldiği zaman burada bazı karşılaştırmalar yapıyor. Bizde Mütercim Tercümanlık Bölümüne 2 farklı gruptan öğrenci gelir, bir kısmı uzun zaman yurtdışında yaşayan gurbetçi çocuklardır. Yaklaşık 15-16-17 yıl yaşamışlardır. Birde İngilizce ya da Almancayı çok az görmüş farklı dil puanı ile bizim bölüme gelenler, hiç yurtdışına gitmemiş bir kesim olur. Onlarda der ki: ‘’Hocam biz acaba biz bu çevirileri nasıl yapacağız?’’. Yurt dışından gelenlerde nasıl olursa ‘’yabancı dilim var, çok rahat çeviri yapabilirim’’ der. Onlara hep şunu derim: ‘’3-5-10 lisan bile bilirsin, ama Türkçen nasıl?’’ Önce şaşırırlar, ‘’hocam burası Türkçe bölümümü?’’ diye sorarlar. Hayır, ama biz burada çeviri yapacağız, çeviri yaparken ilgili dilden hedef dile yani ‘kaynak dil’ diyelim Almanca ya da Fransızca ya da İngilizce’den hedef dil Türkçe’ye aktarılacak. Hedef dile eş değer çevirmek gerekiyor. Eğer sen bunu bilmiyorsan, bire bir karşılığını aktaramıyorsan o zaman dil biliyorum demeyeceksin. Özellikle Türkçe konuşma dersi aldırırım, ya da bununla birlikte Türkçe telaffuz programlarına gitmelerini öneririm; çünkü bizde konferans çevirisi dediğimiz bizim hazinemiz dil ve sestir. Bu öğrenciler bundan para kazanacaklar, doğru telaffuz çok önemli. 

 

Kısaca tarihi süreç içerisinde dille ilgili bazı şeyleri belirtmek istiyorum. 12. Yüzyıl’daki Yunus’un yalın dilini hepimiz biliyoruz. ‘İlim ilim ilmektir; ilim kendin bilmektir; sen kendini bilmezsen; bu nece okumaktır.’ Her şeyden önce ilim bilmek ne güzel bir ifadedir. Araya tabi ki 6.Yüzyıl’da Arapça ve Farsça giriyor. Son dönemde de Fransızca giriyor, bildiğiniz gibi tanzimatla birlikte Osmanlı’da Fransızca önem kazanıyor. O dönemde tabi ki azınlık okulları açılıyor. Aslında dezavantaj gibi gözükse de Fransızca eğitim, Fransızca öğrenim ya da Fransızca metinlerin çevirisi ile birlikte bir avantaja dönüşüyor. Şöyle ki biz karşılığını bulamayınca, Türkçede karşılığı yok olması gerekiyor dendiğinde kendi dilimize daha çok ağırlık verir olduk; kendi dilimizin farkına vardık. Türkçe’nin aslında Fransızca’nın, Arapça’nın, Farsça’nın etkisinden kurtulacağı zaten Fransızca’ya birden sarılınca belli oldu. Bu sefer Türkçe de karşılık bulmak adına Türkçe’yi sorgular olduk. Böylece kendi dilimizin ne kadar zengin bir dil olduğunun farkına vardık. Ne kelimeler türettik. Hani her şerde bir hayır vardır deriz ya; baktığımız zaman 2. Dünya savaşında üniversiteler kurulurken yabancı hocalar geliyor bilhassa Almanya’dan Hitler’den kaçan Yahudi kökenli akademisyenler Ankara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi gibi üniversitelerde değişik bölümlerin kurulmasında önemli bir rol oynuyorlar. Burada tabi ki değişik dillerle birlikte yavaş yavaş eğitim yabancı dilde verilmeye başlanıyor ne yazık ki, ne yazık ki diyorum. Bazı meslektaşlarım ya da birçok meslektaşım buna itiraz edecektir ama bu benim şahsi düşüncem. Bununla birlikte biraz sonra hem Prof. Dr. Fuat Sezgin hocamın, hem diğer yazarlarımızın ve yine Türkçenin bilim dili olmasıyla alakalı Oktay Sinanoğlu’nun sözlerine yer vereceğim. Bu benim naçizane düşüncem olmasıyla birlikte hala çocukluğumdan beri savunduğum şeydir. Öğrencilerime yabancı dille çeviri yaparken “sakın yabancı dille başlayıp sakın Türkçeye devam etme” diyorum. Hangi dilde başlarsa o dilde bitirmesini öneriyorum. Yarı dillilik olmasın bu yurtdışından gelen Fransa’dan, ABD’den, İngiltere’den gelen çocuklarda ya da Almanya’dan gelenlerde… Aslında orada kastettiği sütü buzdolabına koymuştum; ama birkaç kelime Türkçe birkaç kelime yabancı dil. 

 

Peki neden böyle? 

Çünkü Türkçe’den ziyade o dilde eğitim gördüğü için ya da karşılığını Türkçe olarak veremediği için yabancı dilde karşılığı verir. Bu 2 dille eğitimde genelde böyledir. Benim yüksek lisans ve doktora tezim yabancı dilde yazılmıştır ne yazık ki, ne yazık ki diyorum, çünkü üniversitede yabancı dil bölümü filolojiye sunuyor; tezler yabancı dilde yazılıyor. Keşke Türkçe yazılmış olsaydı, bu şekilde birçok kişi faydalanmış olurdu. İki dilli Türk-Alman öğrencilerin kişisel gelişimi üzerine olan doktora tezim, özelikle 2 dilli ailede ya da çok dilli ailede yetişmiş olan çocuklara baktığımız zaman İsviçre örneğinde de olduğu gibi aralarından belki iyi bir çevirmen çıkıyor ama annesi Alman, babası Türk ise babasına döndüğünde o kavramın Türkçe karşılığını söylüyor. Annesine döndüğünde ise Almanca karşılığını veriyor ve çocuk arada kalıyor. Bunlar ciddi sıkıntılar yaratabiliyor. Yine beni yaralayan bir mesele: YÖK’te özellikle yabancı dilde makale yazdığınızda daha yüksek puan getiriyor. Oysa kendi dilinizde yazdığınız bir makale size daha yüksek puan getirmelidir. Sayın Cumhurbaşkanımıza, Başbakan olduğu dönemde bunu söylemişlerdi. Yabancı dil bilen kişi sanki çok başarılı olacakmış gibi, “Yabancı diliniz var mı?” diye sormuşlardı. Kendisi de, “Yabancı dil her şey değildir.” demişti. Yabancılar, bizim dilimizin musikisini alsınlar. İnsan yabancı dil bilmeden de başarılı olur. Sakın burada yanlış anlaşılmasın, ben yabancı dil öğrenilmesin demiyorum. Ben Almanca’sı olan Türk İşaret Dili de olan, hasbelkader birkaç dili çok ileri düzeyde değil belki ama orta düzeyde bilen birisiyim. Ama hangi dili bilirseniz bilin, temeli olmadıktan sonra binanın üstüne çıkamazsınız. Temeli Türkçe olmayan bir dilin üstüne de başka dilleri koymanız mümkün değil. Türkçe olduktan sonra ancak koyabilirsiniz. 

 

Bu arada hemen Cumhuriyet dönemine değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, Tevhidi-i Tedrisat Kanunu ile birlikte yabancı dil müfredata eklendi. Orada aslında amaç, azınlık okullarının önünü kapatıp onları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlamaktı. Burada her şey güzel, burslu öğrenciler hemen birden aklıma geldi. Belki konudan konuya geçiyormuşuz gibi geldi ama burslu öğrencileri her sene böyle bir gözden geçiririm. Ağırlıklı olarak Mühendislik Bölümleri, Tıp Fakülteleri, Diş Hekimliği Fakülteleri de var; Öğretmenlikler de var fakat Tarih ve Türkçe Bölümü’nde burs veren üniversite benim bildiğim yok, inşallah vardır. Kendi dilinizde burs veren bir üniversite niye olmasın?  Türkçeyi telaffuz etmemiz ve kelime haznemiz ile bugün Türkçe, dünyada en çok konuşulan beşinci dildir. Nüfus itibariyle baktığınızda, Türkçenin bu kadar güzel matematiğinin olduğunu bilmemize rağmen, musikisine rağmen hor görülmesi… Zaten musiki dediğiniz için aklıma şu geldi: Erasmus Programından gelen bir öğrencime nasıl yardımcı olurum diye yanına gidip konuşmaya başladığımızda yanımızdaki masaya benim pek tanımadığım ama bizim okulumuzda Profesör olduğunu bildiğim bir hanım efendi oturdu ve yavaş yavaş yemeğini yemeye başladı. İster istemez gözüm çarptı ve bizim masayı dinlediği dikkatimi çekti. Sonra biz konuşmayı bitirip kalkacakken onu görünce yabancı dilde, “Afiyet olsun.” dedim. O da: “Sizin dilinizi merak ettim, kusura bakmayın. Sizi dinlemiş bulundum. Acaba sizin diliniz nedir?” dedi. Ben: “Niçin soruyorsunuz?” diye sordum. Profesör Hanım bana dönüp, “Rusça değil, Arapça değil, Yunanca değil gibi… Çok farklı bir diliniz var.” dedi. Ben de, “En fazla duyduğunuz dildir.” dedim. “En fazla gurbetçinizin olduğu ülkeden geliyorum.” dedim. O da: “Mümkün değil.” dedi. “Öyle güzel bir musikisi var ki siz konuşurken yerimden kalkamadım.” dedi. Ardından bunun üzerine de epey bir konuşma yaptık. “Öyle güzel bir musikisi var ki bunu duyup da hoşlanmamak mümkün değil. Gönlümde ve kulağımda hoş bir tını bıraktı.” dedi ve şunu da söyledi: “Evet benim arkadaşlarım var. Ben onlardan Türkçe birkaç kelime de öğrendim ama sizin konuştuğunuz gibi konuşmuyorlar.” deyince işte orada ara dil dediğimiz, ya da üçüncü ara dil dediğimiz aile arasında konuşulan, yarı Almanca yarı Türkçe ya da 2-3 dilin karması bir dil kullanılıyor. Dil musikisi kullanılmıyor. Telaffuz çok önemli. “Benim kullandığım Türkçedir ve Türk musikisi de aynen böyledir.” deyince çok mutlu oldu. Bu tabi bir profesörün bakış açısı. Eğer ki kendinizi Türkçe ile ifade edemiyorsanız, ilkokul 2’ye giden bir çocuğu düşünün. Güzel bir Türkçe ile yazamıyorsa, güzel Türkçe ile konuşamıyorsa, ilkokul 2’ye kadar gelmiş olan bir çocukta eğer güzelim Türkçe’si yoksa ilkokul 2’ den sonra öğrendiği yabancı dil ne işe yarar?  İstediği kadar yabancı dil öğrensin. İleride bu çocuk bilime ne şekilde katkı sağlar? Bunların hepsi bir soru işaretidir. Onun için ana dilini iyi öğrenen kişi yabancı dili daha rahat öğreniyor. Bu benim tespitim çünkü kendi dilindeki kavramın eşdeğerliğini öteki dilde öğreniyor, gayret ediyor.  Ben öğrencilerime özellikle eş anlamlılar sözlüğü ve zıt anlamlılar sözlüğünü ezberleyin derim. Benim kapımı çalan öğrenci, “merci” ya da “pardon” dediği zaman içeri giremez. Bu sakın yanlış anlaşılmasın, Fransızca’ya karşı olduğum anlamında değil ama hiçbir zaman yurt dışında size bir Alman, bir Fransız “Selamünaleyküm”, “Affedersiniz”, “Eyvallah” ya da “Teşekkür ederim” demez. 

 

Biz neden peki bunu kullanıyoruz?

Öğrenci “Pardon” dediği zaman “Neden pardon dedin anlamadım, bunun Türkçesini söyler misin?” diyorum. Acı olan şu; son yıllarda “Hocam zaten ‘pardon’ Türkçe değil mi?” diyor. Şimdi kökeni yabancı dil olabilir, Türkçeleşmiş kelime olabilir, bunlar farklı şeylerdir ama yabancı bir kelimeyi alıp da Türkçeymiş gibi kabul etmek ya da söylemek… Ne bileyim, belki karşı çıktığım nokta bu. Bu sefer diyorum ki, bakın çok farklı kelimeler var. “Hocam, affedersin.” var. Biraz daha gayret ettim, “Kusura bakmayın.” Biraz daha gayret ettim, “Özür dilerim, af buyurun.” Bakın ne kadar güzel, ne kadar çok diyorum. İşte bu çok önemli, burada özellikle Atatürk’ün ifadesini hatırlatmak isterim. Kendi sözleriyle: “Yabancı bir dil öğrenmek için Türk çocuklarını yabancı okullara gitmekten kurtarmak istiyorum.” der. Zaten onun için de 1928 senesinde Türk Eğitim Derneği kurulmuştur. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulduğunda biliyorsunuz, orada Yabancı Diller Batı Dilleri Bölümü de kurulmuştu. Atatürk, bununla ilgili yabancı diller bölümünün kurulmasındaki hedefi şöyle der: “Burada yabancı dille yabancı kültür etiği öğrenerek kendi kültürümüze, kendi dilimizde ve kendi bilim dünyamıza faydalı olmak; eserleri çevirmek, yabancı kültürleri ve dilleri öğretmek, tanıtmak ve aktarmaktır.” Keza Fatih Sultan Mehmet, 5-6 dil bilen ve bildiği dillerden özellikle o dönemde İlyada ve Odessa’yı Yunanca ve Latince ’de, kendi dillerinde okuyacak kadar da çok iyi bilen bir padişahtır. Şimdi Fatih Sultan Mehmet bu dilde mi eğitim gördü? Hayır, kendi dilinde büyüdü ve ardından bu dilleri öğrendi. 

 

1928 senesine gelince Atatürk’le ilgili bir şey demek istiyorum. Biliyorsunuz, TED Koleji yani Türk Eğitim Derneği kuruluyor, 1952 yılına kadar ‘’İngilizce’’ ders olarak veriliyor. 1952 yılından sonra da yabancı dilde eğitime dönüşüyor bu da hayret verici bir unsur çünkü Atatürk az önce söylediğim sözleri söylüyor: ‘’yabancı bir dil öğrenmek için Türk çocuklarını yabancı okullara gitmekten kurtarmak istiyorum’’. Özellikle azınlık okulları 1932 yılındaki Türk Dil Kurumu’nun kurulması ile birlikte o dönemlerde birçok klasik eserler Türkçe’ye çevrildi. Hakikaten çok kaliteli çeviriler vardı. Dünya klasiklerinin tamamı çevrildi. Yaklaşık 480-490 civarında eser Türkçe’ye çevrildi. Çok kaliteli eserlerdir. Ben her sene öğrencilerime almalarını öneririm. ‘’Bestseller’’ dediniz, yani en çok okunan mı, en çok satılan mı? Bunun kavramı da hep tartışılır. Zamanında onun ilk eseriyle ilgili öğrencilerimle ders yaparken 9-10 farklı çeviriyi almıştım. Bir hocamız da sağ olsun, birkaç tanesini hediye etmişti. Bunlardan özellikle 1922 senesinde ve daha sonra 12 sene sonra da 1934 senesinde ikinci basımı yapılan Akamı Akyüz’ün çevirisi var. Sonra Türk Dil Kurumu tarafından 1942 yılında Recai Bilginin çevirisi var. 1961 yılında yine eseri var. 1980’li 1990, 2001, 2011’de değişik çevirileri yapılmış. Ben öğrencilerimle 1922 yılında yapılan çeviriden 2013 yılına kadar yapılan Goethe’nin eserlerini tek tek işliyorum. Çok enteresandır, oradaki bir günceyi alıyoruz ve her birini tek tek çeviriyor ya da yapılan çevirilere bakıyoruz. Öğrencilerimle eserin kime ait olduğunu daha demeden şimdi bugünkü gençler yaklaşık 20-22 yaşında onlara en yakın dil dediğimiz 2000 yılından sonra ya da 1990’dan günümüze kadar olan kavramları ve terminolojileri işliyoruz. Diyeceksiniz ki: ‘’Hocam, ağırlıklı 1990 yılından sonra veya 2000 yılından sonra yapılan çeviriler daha çok hitap eder ve onu anlarlar’’. Hayır, öğrencinin beğendiği eser: “Hocam,” diyorlar. “1942 yılında ya da ikinci sırada olan 1922’deki metin hitap ediyor.” “Neden?” dediğim zaman, “Çünkü o dönemin hem ruhunu hem de birebir çevirisi yapılmış olan son derece kaliteli çevirilerdir; çünkü Goethe’nin Genç Werther’in acılarındaki o duygu yükünü, Charlotte’a olan aşkını ifade ettiği kavramların birebir Türkçe karşılığını, o lezzeti o dönem yapılan çeviriler veriyor.” Neden? Çünkü o dönemde yapılan çeviriler daha ziyade büyükelçiler, araştırmacılar, yazarlar, kâtipler tarafından yapılmıştır. Daha sonra ne yazık ki biliyorsunuz, kaliteden ziyade ticaret boyutuna taşındığı için işin ehli olsun olmasın editörün kim olduğuna dahi bakılmadan seçiliyor, bazı yayınevlerini ya da çevirmenleri tenzih ederek söylüyorum. Tabi ki bir mütercim olarak ne yazık ki o noktaya geldim. Benim yabancı dil ile ilgili söyleyeceğim birkaç husus daha var. Şimdi hocam vaktimizin de yavaş yavaş sonuna yaklaşıyoruz. Aman aman aman! O zaman ben hemen yazarlarımıza geçeyim. Efendim, biz ana dilimiz de düşünüyoruz; ana dilimiz de ağlıyoruz, ana dilimizde gülüyoruz, ana dilimizde rüya görüyoruz, ana dilimizde de sevdamızı dile getiriyoruz, ana dilimizde hissediyoruz. Ben eğer bunun karşılığı olan ana dildeki kavramları bilmezsem yabancı dilde istediğim kadar bilsem ne işime yarar? Yabancı dili de öğren ama önce kendi dilindekini öğren. Burada ben bir karnıyarık ya da bir baklavayı ya da kendi kültürümde beni ben yapan değerlere karşılık aktaramayacaksam, bunun hiçbir anlamı yok. Örneğin tasavvufta gönül; biz öğrencilerle özellikle Türkçe dersinde karşılaştırmalı olarak hem çeviride hem de Sözcük Bilgisi dersinde öğrencilerime bu örneği sık sık veririm. Hadi bakalım, Gönül; kul olmak, aşk, muhabbet kavramlarının Almancası, İngilizcesi ya da diğer dillerde karşılığı bana bulun getirin diye. Bir hafta sonra gelirler: “Hocam, işte aşk deyince sevgi ile ilgili bir kavram, muhabbetin karşılığını sohbet olarak veriyor bulamadık, Gönül’ün karşılığı yok, kul olmanın karşılığı yok.” karşılığı birebir olması mümkün değil, ona ancak eş bulabileceksiniz. Bilmediğiniz kelimede hissetmediğiniz bir duyguyu karşı tarafa zaten aktaramazsınız; onu hissedeceksiniz, bizi biz yapan değerler bu değerler karşı tarafta yok. Onun için biraz önce başta da söylemiştim ya ilim dili, bilim dili, duygu dili, aşk dili, nerden bakarsanız bakın, edebi bir dildir. 

 

Efendim, yaklaşık 2-3 sene önce yine bir televizyon programına katılmıştım. Orada program yapan arkadaşım çok güzel bir şey söylemişti: “Hacettepeli olmak ayrıcalıktır dersiniz hocam,” dedi. Ben de: “Sizle bir şeyi paylaşacağım.” dedim. Bizim Hacettepe Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi’nin acilinde bir vatandaş bayılmış. Yere düşünce hemen etrafını çevreleyenler bakmış ki arkadan birisi beyaz önlüklü acilin oradan koşturuyor.  Genç bir doktor: “Açılın, açılın!” demiş. Hemen vatandaş açılmış. Arkasından devam ediyor tabi koşarak, “Açılın, açılın ben Hacettepe mezunuyum! Hacettepe İngilizce Tıp mezunuyum!” demiş. Şimdi burada İngilizce Tıp mezunu olmak mı bir ayrıcalık yoksa Türkçe Tıp mı?  Bana göre Türkçe Tıp mezunu olmak ayrıcalıktır. Çünkü bakın, Galatasaray Üniversitesi biraz önce konunun başında bahsettiğim gibi 10 araştırma üniversitesinden biridir. Lütfen, tenzih ederek konuşuyorum, yanlış anlaşılmasın ama Fransızca eğitim veren bir üniversite de ya da Boğaziçi’nde İngilizce eğitim verilen bir mühendislikte ki üç arkadaşımız bir araya geldiği zaman Almanca İngilizce Fransızca dillerinde eğitim görmüş olsun, 3 mühendisin konuştuğu dil önce Türkçe’dir. Siz eğer yetersizseniz, arada kaldıysanız yabancı dilde bunun karşılığını bilirsiniz ama bunda ne derece ilerleyebilirsiniz? 

 

Bu arada biraz önce size de söylemiştim… İngilizce Tıp’tan mezun olan kişi ile karşılaştım. Bir vakayı birbirlerine anlatırlarken İngilizce değil Türkçe anlatıyorlardı. Tabii ki. O dilin, o kavramın o terminolojinin yabancı dilini öğrensin. Bununla ilgili yurtdışına makale sunarken, yabancılarla konuşurken bunlar çok güzel şeyler ama kendi dilinde ifade etmesi gerekiyor. Ben ve birçok meslektaşım özellikle Sağlık Bilimleri Fakültesi’ne ya da Diş Hekimliği Fakültesi’ne derse gittiğim zaman öğlen yemeklerinde onlarla konuşuyoruz. Tabii ki kendi alanlarında farklı alan terminolojisi kullanılıyor ama hep böyle yarı Türkçe yarı İngilizce yarı alan terminolojisi… Bunlar beni rahatsız eden noktalardan bir tanesi. Eczacılarda da bunu görüyoruz zaten. Bu ana sütünüzün içine meyve suyu katmaya benzer çünkü dilin birazı yabancıdır. Biraz önce bahsettiğim gibi ana sütünüze meyve suyu kattığınız zaman ekşir, farklı bir şey olur, tat vermez. Ana sütünüzde düşünürsünüz, hissederseniz. Şimdi Oktay Sinanoğlu’nun  “Bye Bye Türkçe” adlı bir eseri vardı. Onu biliyorsunuz, Türkçe ile ilgili birçok eseri vardı. Allah gani gani rahmet eylesin. Özellikle Türkçe’nin itilip kakılmasını da hiç hazmedemezdi. Tahammülü yoktu. Tabii ki. Dünyada en genç yaşta profesör olan 16 yaşında, bilim dilinin Türkçe olduğunu savunan ve birçok yerde de sık konuşan, İngilizceyi aksansız konuşan uzun yıllar Amerika’da kalmış birisidir. Ama neden Türkçe konuşur? Belki, kültür dili olma özelliğini taşımayan hiçbir dil bilim dili olamaz. Dil ve kültür. Dil neyden beslenir? Kültürden beslenir. Hatırlarsanız az önce İşaret Dili ile ilgili bahsederken işaret Dilini öğreten kişiler aynı zamanda kültürle öğretiyor. Yani kısa bir kültür turu yapmış oluyoruz. Çünkü dil kültürden beslenir demiştim. Türkçe bir bilim dilidir der ve bir sömürgeciliği olmadığının da altını çizerek vurgular. Tamamıyla katılıyorum. Türkçe’nin Matematiğini çözmek gerekir. Türkçe’nin Matematiğini çözen bizim bilgisayar bölüm başkanlarımızdan hocamız, bilgisayar sözcüğünü, “Computer”dan ve bilgisayarla birlikte 2500 kelimeyi Türkçe ‘ye kazandırmıştır.

 

Çok güzel bir kelimedir.

Aynen, çok yakışmış. Harika, bilgiyi sayan ne kadar güzel! Dizüstü, ekran, çıktı, ses uyumu, hepsi Türkçe dilbilgisi ve 2500’ün üzerinde… Bu hocamız bu kavramları Türkçeleştirdi. Eğer bilim dili Türkçe ise bu alanda da ilerleyebilirsiniz. Bakın Dünya’da birçok dilde hala ‘’Computer’’ diye kullanılır. Size Türkçe’nin eklemeli dil ailesinden olduğunu demiştik diye buna hayran olan birçok bilim adamı, dilci vardır. Bunlardan bir tanesi de Johan Van De Velo hocadır. Kendisi 30’un üzerinde dil bilmektedir. Belçika’da Gent Üniversitesi’nde Almanca-Türkçe mütercim tercümanlığındadır. Öğrencilerimle ardıl çeviri yaparken yani ‘’andaş’’ dediğimiz çeviri belki sizlerin anlayacağı derste mütercim tercümanlık bölümünde başarı durumlarına bakıyorum. Burada özellikle yurtdışına gitmemiş yabancı dili daha sonra ama Türkçesi temeli çok iyi olan öğrencilerin çevirisi daha başarılıdır. Onlara hep derim: “Kaç eser okudunuz?” Eğer çok fazla eser okuduysa ya da haberleri ya da musiki Türkçe dinlediyse başarı oranı çok daha iyi yüksek. 

Kültürü yüksek seviyede ise.

Aynen. Sami Ayverdi’nin biliyorsunuz. Allah gani gani rahmet eylesin Türk dilini en güzel kullanan mütefekkir yazar, şair bir yazarımızdır. Sami Ayverdi’nin bir makalesinde özellikle Türkçe’nin çilesi ile ilgili bir yazı da şöyle der: Dilsiz bırakılan bu gençlik okumaktan, öğrenmekten, araştırmaktan ve milli değerlerini, milli kültürü bilmekten mahrum bırakıldığı için mektep âdeti artsa da okuryazar kütle çoğalsa da memleket gene de cahil Münevver salgını önlemiş olamıyor. Burada dilin önemini Türkçe’nin dışında yabancı dil ağırlıklı eğitim yapan okullara veya yeterli dil öğretilmeyen öğrencilere, eğitime sesleniyor. Burada tabii ki bir cümlesi daha dikkatimi çekmişti. Der ki: “Bir kelimenin kökü mühim değil. Onun için az önce size de söylemiştim telaffuzu mühimdir. Sesi ve mimarisi bir olduktan sonra kelimeler nereden alınırsa alınsın madem kelimler lisana girmiştir, şu halde Türkçe olmuştur.” der. Yani Türkçeleşmiş ve Türkçe olmuş. Buradaki telaffuz çok önemlidir. Mesela televizyon, kuaför, şoför, kolonya, doktor, pantolon, profesör, doçent hepsi Fransızcadan geçen kelimeler ve Türkçeleştirilmiş artık, Türkçe’nin içine girmiş. Kültürünün içine girmiş kavramlardır. Başka bir şey düşünülmez.

 

Aynen. 27 dil bilen, Allah gani gani rahmet eylesin Profesör Doktor Fuat Sezgin hocamız vardı. Frankfurt’ta uzun yıllar yaşadı biliyorsunuz. Türkçe’nin bilim dili olduğunu altını çizen ve birçok dili öğrenip o dilden aynı zamanda hem Türkçe’ye eserleri kazandırdı ama Türkçenin bilim dili olmasından dolayı bunları birçok dile de kazandıran ve yabancıları kendi kültürümüze, kendi dilimize, kendi bilimimize hayran bırakan bir insan. Allah mekânını cennet eylesin. Şimdi diğer taraftan baktığınız zaman Sümer tabletlerinde yaklaşık 150’ye yakın kelimenin Türkçe olduğu söyleniyor ama daha sonra yine birtakım şeyler de yapıldı. Biliyorsunuz Göbekli tepe ile ilgili tarih artık yeniden yazılmaya başlandı hatta bazı bilim adamlarına ve araştırmacılara göre son zamanlarda, hani Batı’da Hitit Devleti Roma denilir, bilim dili Latince görülür, oysa eski medeniyet dilinin Türkçe olduğu, medeniyetin daha doğrusu insanın var olduğu andan itibaren Türkçenin var olduğu söylenir. Öğrencilerime hep derim ki: “Çocuklar, duygu ve düşünceleri aktarırken önce kendi dilinizde bunu öğrenin, ondan sonra yabancı dile aktarın.” Yabancı dile karşı değilim asla sakın böyle bir şey öğrenilmesin ama hazırlıkta 16 yıl boyunca da hocalık yaptım. İnanın, çocuklara Almanca öğretirken bunu aynı zamanda İngilizce okutmanlık yapan arkadaşlarımla da zaman zaman paylaşırdık. İngilizce öğretirken çocuk kendi dilinin farkına varıyor, Türkçe’nin farkına varıyor, dil bilgisinin yapısını, kelime haznesinin zenginliği ne kadar güzelmiş diyor. Buna vesile oluyorsunuz. Dolayısıyla yabancı dil öğrenin. Ne kadar çok öğrenebilirseniz öğrenin. İnanın her bir dil ayrı bir dünya.

 

Çünkü 1 insan 1 lisan, 2 insan 2 lisan. Yani bir dil çok iyi öğrenilirse ikinci bir dil çok rahat öğrenilir. 

Tabii ki. Ama bunu öğrenmeden önce kendi dilinizi çok iyi bilmemiz gerekiyor. Kendi dilinizi çok iyi telaffuz etmeniz gerekiyor. Dil ola kese savaşı, dil ola kestire başı. Dil, dil, dil… Hele ki efendim, o dil Türkçe ise o musiki, o telaffuz inanın tadından yenilmez. Dilimizin kıymetini bilmek lazım. Onun için benim naçizane başta savunduğum gibi yabancı dilde eğitime hayır ama yabancı dil ve eğitim ve yabancı dil eğitimine evet.

 

Mesela sevindirici bir olay: Yıllardır bizde özellikle Anadolu Liselerinde bazı okullarda yabancı dilde eğitim veriliyordu. Bununla ilgili bazı üniversitelerde bunlardan bir tanesi Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ydi. Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik yabancı dilde eğitim veriliyordu. Geçen sene yani geçtiğimiz zamandan itibaren artık Türkçe verilmeye başladı. Çünkü kendi dilimizde zaten ifade ettikten sonra bugün elinizin altında birçok imkân var. Yurtdışına gitme imkânınız var. Değişik birtakım programlardan da yabancı dil programlarını indirip çok rahat öğrenmek mümkün. Onun için tekrar ediyorum yabancı dilde eğitime hayır, yabancı dil eğitimine evet.

 

Çok teşekkür ederiz Sevgili Hocam. 

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz