TÜRKİYE’DE ANAYASA TARTIŞMALARI-5

0
277

CUMHURBAŞKANI’nın TARAFSIZLIĞI

Tarafsız Cumhurbaşkanı kavramı parlamenter sistemin en önemli unsurlarından biridir. Referandum sürecinde birçok kavram gibi “Tarafsız Cumhurbaşkanı” kavramı da çarpıtılmaktadır.
Bir Cumhurbaşkanı’nın “tarafsız” olmasının anlamı; fikirsiz, felsefesiz olması demek değildir. Siyasî kavgalardan uzak duran, gerektiğinde partileri çağırıp konuşarak “uzlaştıran Cumhurbaşkanı” demektir. 
Parlamenter sistemde “tarafsız”ın anlamı budur; parti kavgası yapmayan, gerektiğinde partileri uzlaştıran, yüksek saygınlıkta bir makam.
“Devlet reisi, yüksek makamının ve devlet hayatındaki tecrübe ve olgunluğunun kendisine kazandırdığı üstünlüğe dayanarak bakanlar kurulunu irşat ve ikaz eder; müdahale etmeksizin tavsiyelerde bulunur. Müşkül anlarda parlamentonun söz sahibi liderleriyle temas ederek yatıştırıcı ve arabulucu hizmetleri ifa eder… Birleştirici ve ihtirasları yatıştırıcı rol oynar. … Cumhurbaşkanı’nın, çarpışan siyasi fikir gruplarının üstünde kalması gerekir. … Aktif politika devlet reisinin değil, başbakanın ve bakanların rolüdür”. [1] 
Ali Fuat BAŞGİL’in, “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri” adlı kitabında anlattığı gibi Celal Bayar’ın parti kavgalarına girmesinin olumsuz sonuçlarını gördüğü için 27 Mayıs darbesinden önce, merhum Adnan Menderes’i ikaz ederek muhalefet ile uzlaşmasını, muhalefetin de katılımı ile seçim hükümeti kurulmasının teklif ettiğini yazmaktadır. “Menderes kabul etmiş, fakat sertlik yanlısı Bayar bunu engellemişti”. 
Başkanlık sisteminde, yürütme gücünü elinde tutan Başkan’ın partili olması “siyasi sorumluluğun” gereğidir. Fakat partisiyle ilişkisi “yumuşak” olmalıdır. Böyle olmayıp “disiplinli parti” yoluyla parlamentoya hükmederse, bunun çok olumsuz sonuçlar doğurur. 
“Bu şartlar altında, Türkiye’nin başkanlık sistemine hazır olduğunu söyleyebilmemiz oldukça zordur. Mevcut Anayasa’daki Cumhurbaşkanı’nın seçim şekli ve yetkileri düşünüldüğünde, sistemin klasik anlamdaki parlamentarizmden de oldukça uzaklaşmış olduğunu söyleyebiliriz.”
Referandumda oylanması teklif edilen madde metnine göre Cumhurbaşkanı’nın parti genel başkanı, parti ile irtibatı güçlü bir şekilde devam edecektir.
Her yönetim tarzının bir felsefesi, alt-yapısı ve bütünlüğü sağlayan temel özellikleri vardır. Ülkede yaşanılan anlık meselelere çözüm adına, sistemin temel özelliklerini tahrip etmek, siyasi tıkanıklıklara sebep olabilmektedir.
Bu konuda Cumhurbaşkanı’nın sembolik bir makam haline getirilmesi, siyasi patilerde parti-içi demokrasinin uygulanması, mahalli siyasetin parti yönetim ve karar mekanizmalarında tesirli hale getirilmesi gibi tedbirler sisteme olumlu katkılar sağlayacaktır.
Yine parlamentonun denetim ve yasama faaliyetlerinde tesirli olabilmesi için milletvekili adaylarının seçilmesinde mahalli siyaset belirleyici olabilmeli ve bu amaçla önemli sayıdaki vekil adayı gerçek ön seçim uygulamaları ile belirlenebilmelidir. Bu konuda seçim sisteminde gerçekleştirilecek değişikliklerle seçmene “tercihli oy” ve “karma liste” yapabilme imkânı tanınmalıdır.
Ülkemizde yeni sistem arayışları, bunca yıllık yönetim tecrübesini de hiçe sayacaktır. Tercih edilecek yeni sistem içinde faaliyet gösterecek olan aktörlerin sistemin işleyiş ve esaslarını öğrenmeleri uzun zaman alabilecektir.
Sonuç olarak Türkiye’deki yönetim meselesini sistem dışı tercihlerle değil, aksine, parlamenter sistemin yeniden düzenlenmesiyle çözmenin daha uygun bir tercih olacağını söyleyebiliriz.

YÜRÜTME ORGANI

Getirilen anayasa değişikliği teklifi ile yürütme, tek elde toplanarak yetkiler Başkan’a (Cumhurbaşkanı’na) verilmektedir.
Yapılmak istenen değişiklik, bir “hükümet sistemi” değişikliği değil, “rejim değişikliği”dir.
Asıl amaç, “fiili durum”un anayasaya uydurulması değil, fiili duruma uygun bir anayasa hazırlamaktır.
Bu durumda Türk Milleti, “Anayasal devlet” değil, “Anayasalı devlet” garabeti ile karşı karşıya kalacaktır.
Değişiklik teklifi, Cumhurbaşkanı’na devletin şeklini istediği gibi tayin etme imkânı sağlamakta, Kararnamelerle idarî düzenlemeler yaparak “idarenin kanuniliği” ilkesini ortadan kaldırmaktadır. Başka bir ifadeyle kanunun yerini “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” almış olacaktır.
Buna göre;
Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile teşkilat yapısı,
Merkezî idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının; kuruluş, görev, yetki ve sorumlulukları,
Üst düzey kamu görevlilerinin atamalarına ilişkin usul ve esaslar, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenecektir.

Yeni Anayasa teklifi ile Başbakan ve bugünkü manada Bakanlar Kurulu ortadan kalkmakta; Bakanlar, Cumhurbaşkanı’nın atadığı memurlar (sekreterler) durumuna düşmekte, Meclis’e karşı değil de Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu olmaktadırlar.
Bakanlara, herhangi bir konuda “gensoru önergesi” verilememekte; bir yolsuzluk olması durumunda ilgili Bakan gensoru ile düşürülememektedir.
Anayasa değişikliği teklifini gerçek amaçlarından birisi de 2002’den beri başbakanlık veya bakanlık yapmış siyasetçilerin cezai sorumluluğunu “sıfırlamak” olabilir mi? 
Gerçekten de 16 Nisan’da oylanacak olan Anayasa Değişikliği Kanunu’nun 106’ncı maddesini değiştiren 10’uncu maddesinde bakanların cezai sorumluluğuna ilişkin şöyle bir hüküm vardır:
“Bakanlar hakkında görevleriyle ilgili suç işledikleri iddiasıyla TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğunun vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebilir. Meclis, önergeyi en geç bir ay içinde görüşür ve üye tamsayısının beşte üçünün gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verebilir. … TBMM, üye tam sayısının üçte ikisinin gizli oyula yüce divana sevk kararı alabilir”.
Bilindiği gibi TBMM’de beşte üç çoğunluğa ulaşmak çok zordur. Üçte iki çoğunluğa ulaşmak ise, neredeyse imkânsızdır. Dolayısıyla teklif edilen anayasa değişikliği kabul edilirse, görevde olan veya geçmişte görev yapmış başbakan veya bakanların görevleriyle ilgili suçlardan dolayı yüce divana sevk edilmeleri mümkün olmayacaktır.
Oysa, yürürlükte bulunan Anayasası’nın 100’üncü maddesine göre, bir bakan veya başbakanın yüce divana sevk edilip yargılanabilmesi için TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğunun, yani yarısından bir fazlasının oyu yeterlidir.
İlginçtir ki, Anayasa Değişikliği Kanunu’nun 10’uncu maddesinde, bakanların cezai sorumluluklarına ilişkin bu hükmün sadece görevdeki bakanlar için değil, başbakan ve bakanların“görevleri bittikten sonra da” uygulanacağı ayrıca ve açıkça hüküm altına alınmıştır. 
Kamuoyunun dikkatini hükümet sistemi tartışmaları üzerine çeken siyasi iktidarın asıl amaçlarından biri, acaba 2002’den beri başbakanlık ve bakanlık yapmış siyasileri, cezai sorumluluktan kurtarmak olabilir mi?
Anayasa değişikliği teklifinin bir başka amacı, “partili cumhurbaşkanlığı”nın yolunu açmak olabilir mi? Anayasa değişikliği kanununun 7’nci maddesiyle Anayasa’nın mevcut 101’inci maddesi değiştirilmiş, maddenin yeni şeklinde; “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisiyle ilişkisi kesilir” ibaresine yer verilmemiştir. Acaba Anayasa değişikliğinin gerçek amaçlarından biri bu olabilir mi? Nitekim geçmişte, Cumhurbaşkanı’nın “başkanlık sistemi”nden daha çok “partili cumhurbaşkanlığı sistemi”ne önem verdiğine yönelik beyanları olmuştur.
Hükümet sistemine ilişkin değişiklikler, yukarıda açıkladığımız gibi 3 Kasım 2019’da yürürlüğe girecektir. Oysa anayasa değişikliği kanunu, partili cumhurbaşkanına ilişkin hükmün, halkoylamasından sonra Anaysa Değişikliği Kanunu’nun Resmi Gazete’de yürürlüğe girmesi tarihini öngörmektedir. Kamuoyunun dikkati “başkanlık sistemi” tartışmaları üzerine çekilirken, “partili cumhurbaşkanlığı” derhal gerçekleştirilecektir.

YASAMA KUVVETİ (TBMM)

Yasama Organı TBMM’nin Oluşumu:
Partili Cumhurbaşkanı, parti üyeleri arasından milletvekili olacak üye listesini hazırlayacaktır. Bu sebeple yasama organı olan TBMM, partili Cumhurbaşkanı’nın bizzat tayin ve tespit edeceği milletvekillerinden oluşacaktır.Bunun sonucu olarak yürütmenin yasamaya (TBMM’ne) doğrudan müdahalesi söz konusu olacaktır.

Yasama Yetkilerinin Devri: 
TBMM’nin yetkilerinin bir kısmı Cumhurbaşkanı’na devredilerek, yürütmenin yasama üzerindeki müdahalesi güçlendirilmektedir.

Devlet, tek bir kişinin imzasıyla, üstelik denetlenemeyen tek kişinin imzasıyla düzenlenebilecektir. Bunun teknik olarak karşılığı, yasama yetkisinin bir kişiye devredilmesidir.
1982 Anayasası’nın 7’nci maddesinde belirtilen “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez” hükmüne açıkça aykırılık taşımaktadır.
TBMM, başkomutanlık görev ve yetkisini kaybetmektedir.
Anayasa değişiklik taslağında, Cumhurbaşkanı “Türk Silahlı Kuvvetleri başkomutanlığını temsil edecektir” ifadesi kullanılmaktadır. Dolayısıyla “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin başkomutanlığı temsil eder” maddesi değiştirilmek istenmektedir.
Bu değişiklik ile millî iradeyi Türk Milleti adına temsil eden TBMM, başkomutanlık görev ve yetkisini kaybetmektedir.

DENGE ve DENETİM

Anayasa Değişikliği Teklifiyle getirilmek iste¬nen sistemde, gerek Cumhurbaşkanı ile yasama arasındaki ilişkilerde, gerek Cumhurbaşkanı ile yargı arasındaki ilişkilerde, gerekse Cumhurbaşkanı ile idare arasındaki ilişkilerde denge ve denetleme mekanizmaları yoktur.
Seçimleri yenileme, Cumhurbaşkanı yardımcılarını ve bakanları atama, üst düzey kamu yöneticilerini atama, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na üye atama gibi Cumhur¬başkanı’na verilen yetkiler şartsız ve sınırsız bir şekilde, herhangi bir denetime tâbi olmaksızın verilmektedir. Bu şekilde bir yetki verme örneği çağdaş demok-rasilerde yoktur. Sık sık örnek olarak zikredilen Amerika Birleşik Devletleri’nde dahi Başkan’ın yüksek kamu görevlilerini ve yüksek hâkimleri atama yetkisi Senato’nun onayına tâbidir.
TBMM’nin gensoru ve denetleme yetkileri anayasadan çıkarılacak, Meclis Araştırması, belli bir konuda bilgi edinmek için yapılan incelemeden ibaret olacaktır.
Pek çok hak ve yetkilere sahip Cumhurbaşkanı karşısında herhangi bir denge-denetim mekanizmasının olmamasının yanında, Cumhurbaşkanı’nın pratikte neredeyse yargılanamayacak olması ayrı bir sorunlu noktadır.

Değişiklik teklifinde; Cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanların suçları nedeniyle meclis soruşturması talep edilebilmesi için önce Meclis üye tamsayısının salt çoğunluğu gerekmektedir. Başka bir ifadeyle 600 milletvekilinden 301’inin bu yönde talebi olmalıdır. Bu talebin kabul edilebilmesi için 360 milletvekilinin oyuna ihtiyaç vardır. Soruşturma sonunda ilgilinin yüce divana sevk edilebilmesi için 400 milletvekilinin oyuna ihtiyaç vardır. Cumhurbaşkanının ve ya herhangi bir bakanın bir yolsuzluğu söz konusu olduğunda 400 rakamı kolay kolay ulunamayacağı için bu yargılama neredeyse imkansız hale gelmektedir. 
Getirilmek istenen sistemin “Başkanlık Sistemi” ile alakası yoktur. 
Şöyle ki:
Başbakan ve Bakanlar Kurulunun kaldırılmasının,
Bugünkü anlamıyla bakanların ve Bakanlar Kurulu’nun olmamasının,
Yürütme yetkisinin,“tek başına yetkili”ama“sorumsuz”, hesap vermeyen ve denetlenmeyen bir Cumhurbaşkanı’na verilmesinin hukuk ve siyaset bilimi alanında karşılığı “tek adam rejimi”dir.
Getirilmek istenen sistemde olaki 301 milletvekili cumhurbaşkanı ile ilgili soruşturma talebinde bulunursa cumhurbaşkanı istediği takdirde kendisi ile ilgili soruşturmayı engellemek ve meclisin sayı yapısını kendi lehine çevirmek için kendi seçimi ile beraber TBMM’nin seçimini yenileyebilme hakkına sahiptir.
Cumhurbaşkanı; cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atayacak ve görevlerine son verecek, Cumhurbaşkanı üst düzey kamu yöneticilerini tayin edecek ve görevlerine son verecek, üst düzey atamalara ilişkin usul ve esaslar, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenecektir.
Hâlbuki gerçek başkanlık sisteminde, başkan ile birlikte Başkan Yardımcıları da önceden ilan edilir. Halk, kimin başkan yardımcısı olacağını bilir.
Atamayla gelen Cumhurbaşkanı yardımcıları, seçilmiş Cumhurbaşkanı’na vekâlet edebilecek, cumhurbaşkanlığı makamının boşalma ihtimali karşısında seçim yapılıncaya kadar, Cumhurbaşkanı bile olabileceklerdir.
Bu esnada milli iradenin merkezi olan TBMM’nin herhangi bir onaylama ve güvenoyu yetkisi bulunmamaktadır. Oysa demokratik bir Başkanlık sisteminde Başkan’ın bütün atamaları Senato onayına tabidir.
Bakanlar; Meclis’e karşı değil, Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu olacaktır.
Getirilmek istenen değişiklikle Bakanları ve Bakanlar Kurulu’nu denetleme hak ve yetkisi, TBMM’nin elinden alınmaktadır. Meclis’e hesap verme söz konusu değildir. Denetlemenin en önemli unsurlarından “gensoru” kurumu kaldırılmıştır.
Cumhurbaşkanı, Bakanlıkların sayısını istediği gibi takdir edebilecek,
Bakanlıkların Kuruluş Kanunu diyeceğimiz kanunlar yerine kararnameyle yani tek kişinin imzasıyla ve dilediği gibi Bakanlık ihdas edebilecek,
Yetkilerini, idari teşkilatını, bölge müdürlüklerini, hangi bölgede disiplin işlerine kadar bütün idari yapının devlet yapısını bu Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle belirleyebilecektir.
Anayasal ve kurumsal güvencelerle Millet adına TBMM’ye verilen egemenliğin kullanımı, seçimle gelse bile “bir kişi”ye verilemez. Oysa getirilmek istenen düzenlemeyle millet egemenliğinin şahsileşmesinin önü açılmaktadır.
Meclis’in, seçimleri ancak 3/5 çoğunlukla, Cumhurbaşkanı’nın ise şartsız olarak yenileyebilmesi teklif edilmektedir. Bu talep, güçlerin dengelenmesi değil, Meclis’in açıkça etkisizleştirilmesidir.
“Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulmaması halinde, bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak yürürlüğe konur” ifadesini içeren 18. madde, TBMM’nin bütçeyi onaylamamak suretiyle Cumhurbaşkanını denetlemesini bile imkânsız hale getirmektedir.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz