an bu hezimet büyük bir algı operasyonuyla yine ne yazık ki Türkiye kamuoyuna adeta bir zafermiş gibi duyuruldu.
Geçtiğimiz aylarda milyonlarca insanın takip ettiği ve – iddiaların doğru olması halinde- Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası camiada müşkül duruma düşürecek, Sedat Peker’in- konuşulması gerçekleşmesinden daha vahim olan (eski deyişle de şüyuu vukuundan beter) açıklamaları karşısındaki sükût da yaşanılan başka bir faciadır.
Bu açıklamalara göre Türkiye’de oluşturulan milis örgütü SADAT, Suriye’deki en-Nusra terör örgütüne silah ve mühimmat sevk ediyordu. En-Nusra’nın etkili olduğu bölgelerde ki petrol kuyularından binlerce tankere aktarılan ham petrol Akdeniz limanlarına ve oradan da -sözde kanlı bıçaklı olduğumuz- İsrail’e satılıyordu. Bu kirli ticaretin Türkiye siyasetinde ve iktidar çevrelerinde ismi sıkça geçen bazı aileler marifetiyle yapıldığı söylentileri de yaygın bir şekilde dilden dile dolaşıyordu.
8 yıl önce Habertürk Gazetesi ABD Temsilcisi ve köşe yazarı Serdar Turgut; Batılı ülke medyalarında Türkiye’nin Suriye’de birtakım kirli işlere karışmış olduğuna dair yaygın söylentilerin var olduğu konusunda Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerini defaatle uyarmıştır. Dahası, yazar bir yazısı için de “Türkiye Savaş Suçları Mahkemesinde yargılanabilir” gibi endişe verici bir başlık da kullanmıştır. 21.08.2013, 13.09.2013 ve 16.09.2013 tarihli ilgili yazıların internet bağlantıları da işbu yazının ekinde alâkadarların dikkatine sunulmuştur.
Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen, devletimizin resmî makamlarından Serdar Turgut’un söz konusu yazıları ile ilgili herhangi bir tekzip veya iddialara cevap verir nitelikte bir açıklama yapılmamış olması da bu iddiaların zımnen kabulü anlamına gelir.
Türkiye, Suriye meselesinde de yakın komşumuz İran’ın dış politikalarının gerçeklerini iyi hesap edememiştir. ABD uzun yıllardır, çeşitli provokasyonlarla Türkiye ile İran arasında bir savaş çıkartmaya çalışmaktadır. Bunu düşünmenin bile her iki ülke açısından büyük bir felaketlere yol açacağı muhakkaktır. Meselenin idrakinde olan Türkiye -ne kadar akl-ı selim ile hareket edip- olabildiğince itidalli davransa da yakın komşumuz İran ideolojik taassup ve rejim ihracı hayalleriyle geçmişte olduğu gibi bugün de bölgede ki Türkiye aleyhtarı gerçekleştirilmek istenen birçok hadisenin içinde yer almaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri ne yazık ki bu ve benzeri İran politikalarını tamamen romantik bir bakış açısıyla değerlendirmektedir. Bunun bir sebebi de Türkiye’deki “Siyasi İslamcı çevrelerce”, İran İslam Devrimi’nden sonra yeni rejimin ve dini lider Humeyni’nin büyük bir hayranlıkla ve romantik duygular ile takip ve kabul ediliyor olmasıdır.
Aynı İran bölgede nüfuz alanlarını genişletme çabası doğrultusunda Ruslarla birlikte Beşar ESAD’ın yanında yer almış, Haşdi Şabi milis güçleri ile Kuzey Irak da Musul Kerkük, Kuzey Suriye de Bayır-Bucak Türkmenleri başta olmak üzere on binlerce Müslümanı katletmiş ve Türkiye’ye yönelen sığınmacıların sayılarının kat ve kat artmasında önemli bir rol oynamıştır. Türkiye’de İran’a bel bağlayan veya İran’dan medet uman yöneticilerin ve siyasi islamcı çevrelerin bu sonuç karşısında ki duygularını eski meclis başkanı Bülent ARINÇ “İran bizi hayal kırıklığına uğrattı” itirafı ile ortaya koymuştur.
Konuyla yakından ilgili olması ve dönemin hâkim zihniyetini aksettirmesi bakımından yine bir hatıramı nakledeceğim. Suriye İç Savaşı patlak verdikten hemen sonraki aylarda Ankara’da bir dergi yazıhanesinde bazı dostlarla sohbet ediyorduk. Askerî darbelere karşı olduğunu her vesileyle belirten ve Beşir Atalay’ın başlattığı “Demokratik Açılım”ı çok hararetli bir şekilde destekleyen emekli Yarbay Şenol Özbek: “Artık Orta Doğu’da; Şam, Amman, Kahire, Trablus, Bağdat gibi başşehirlerin sokaklarında biz ne dersek o olmaktadır. Hatta daha ilerisini söyleyeyim, şu anda Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu ülkelerde cumhurbaşkanlığına aday olsa, seçimleri ezici çoğunlukla kazanır.” demişti. Biz de acı bir tebessümle: “Siz bu komşu ülkelerin şehirlerini bırakın da Diyarbakır’ın, Van’ın, Hakkâri’nin, Şırnak’ın, Mardin’in, Siirt’in sokaklarına hâkim olun; bu şehirleri birbirine bağlayan karayollarına hâkim olun ; PKK’lı eşkıya bu yollarda barikat kurup kimlik kontrolü yapıyor. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ise—aman açılıma zarar gelmesin diye—bütün bu eşkıyalıklara göz yumuyor.” diye cevap vermiştik.
Bugün Türkiye sadece Suriye’den gelmiş 5-6 milyon sığınmacıya bakmak zorunda bırakılmıştır. Sayın Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde Avrupa Birliği ülkeleri ile “Geri Kabul Antlaşması” adında çok talihsiz bir antlaşma daha imzalanmıştı. Yapılan bu anlaşmaya göre Türkiye, Batılı ülkelere çeşitli yollarla geçmiş sığınmacıları geri alıp kendi topraklarında barındırmayı taahhüt ediyordu. Bunun karşılığında AB, 6 milyar avro ek bütçe ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının AB ülkelerinin Şengen (Schengen) bölgesinde kalan kısmına vizesiz seyahat edebilecekleri vaatlerinde bulunmuştu. Ne var ki Batılı ülkeler tarih boyunca yaptıkları gibi burada da ikiyüzlü tavır gösterecek ve sözlerinde durmayacaklardı.
Devam edeceğiz: “Suriyeli Sığınmacıların Ülkemizdeki Varlığının Muhasebesi”
Sözü geçen internet bağlantıları:
https://www.haberturk.com/yazarlar/serdar-turgut-2025/877254-cia-suriyede-operasyon-baslatti
https://www.haberturk.com/yazarlar/serdar-turgut-2025/873701-son-24-saatte-olanlar