02.03.2016
Ankara
ŞABAN KARATAŞ HOCAYA RAHMET
Efendi Barutcu
1928 yılında Konya Ereğlisi’nin Orhaniye köyünde Merhum Cafer Bey ile Nefise Hanım’ın oğlu olarak doğdu.
Ereğli Samet Paşa İlkokulunu, Niğde Ortaokulunu ve Adana Erkek Lisesini bitirdi. 1953 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinden Ziraat Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu.
30 Temmuz-1 Kasım 1953 tarihleri arasında Ziraat Bakanlığı Elazığ Mücadele Enstitüsü asistanı olarak çalıştı.
1958’de aynı fakültede doktorasını tamamladı. 1959-1961 yıllarında ABD Cornell Üniversitende istatistik ilim dalında doktora ve doktora sonrası kurslara devam etti. İngilizce ve Fransızca biliyordu. 1962’de doçent oldu. 1964 yılında Eisenhower bursundan faydalanarak Amerikan üniversitelerinin kuruluş ve işleyişlerini inceledi. 1966’da profesör oldu. Ankara Üniversitesi Zootekni kürsüsünde 30 Haziran 1966 tarihlerinde bölüm başkanlığı yaptı.
Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi ile Ziraat Fakültesi Dekanlıklarında bulundu.
ODTÜ mütevelli heyeti üyeliği ayrıca Milli Verimlilik Merkezi yönetim kurulu üyeliği yaptı.
1975 yılında TRT yönetim kurulu üyeliğinde, 1976 ve 1977 yıllarında da TRT Genel Müdürlüğü görevinde bulundu.
Vakıflar Bankası İdare Meclisi üyeliği, Bezm-i Alem Üniversitesi kurucu mütevelli heyet başkanlığında bulundu.
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yönetim kurulu üyeliği yaptı.
5(16)inci dönem Konya, 20. Dönem Ankara Milletvekilli olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği yaptı.
Genetik, istatistik ve hayvan ıslahı konularında ders kitapları ve ilmî araştırmalarından başka çeşitli konularda makaleler yazdı.
Makalaleri, Tercüman, Adalet, Orta Doğu gazetelerinde ve Bayrak dergisinde yayınlandı.
Şaban Karataş Hoca, milletimize binlerce öğrenci, üniversite hocası, idareci yetiştirmiş ve birçok milliyetçi şahsiyetin Türk milletine hizmet yolunda siyasete girmesine vesile olmuştur.
Gönlü zengin, kapısı herkese açık, kendisinden istenilen hiçbir yardımı geri çevirmeyen, gerekirse onlar için bakanların kapısını aşındıran, ihtiyaç sahiplerinin işlerini kendilerinden daha sıkı takip eden bir hayırseverdi.
Şaban Hoca, Türkiye’de ve Türk Dünyasında ki birçok milliyetçi teşekkülün Ankara’daki bir gönüllü elçisi gibiydi. Onu bazen Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının Türkiye’ye davet ettiği çocuk şenliği misafirlerini Ankara’da da ağırlamanın bir telaşı içerisinde görürdünüz. Bazen Doğu Türkistan Türklüğünün efsanevi lideri Merhum İsa Yusuf Alptekin Bey’in Ankara’daki bir toplantısını tertip etmenin koşuşturması içerisinde.
Oda benzerleri gibi “fena fi’d-devle ve’l-mille / devlet ve millet kavramında erimiş” olma deyimini hak edenlerdendi.
Türk milletinin iman ve ruh köküne bağlı gerçek bir Türklük aşığı, imanlı ve vatansever bir Türk aydınıydı. Gerçek bir aydın olmanın haysiyet ve mes’uliyetini taşıyan bir insandı.
“TRT Kavgası” isimli eserinin ön sözünde çocukluk yıllarını şöyle anlatır:
“Yokluk içinde büyüdüm. Yavan yedim, yayan yürüdüm. Öküz güttüm. Simit sattım. Dondurmacı çıraklığı yaptım. Fabrikada işçilikle harçlığımı ve kitap paramı kazandım.
Bir orta Anadolu kasabasında, fakiri zengini pek öyle seçilmeyen mahallelerde yetiştim. Camii Kebir Mahallesi’nde komşu halleri gördüm. Gülenle güldüm, ağlayanla ağladım.
“Yol parası” denen verginin, o zaman pek yaygın olan sıtma salgını gibi, mahallemize nasıl yayıldığını, fakir-fukarayı nasıl kavurduğunu bilirim…”
Yine aynı kitabın ön sözünde siyasete ilgisini şöyle anlatıyor:
“Lise talebesiyim. Hocaların ağzında Zira Gökalp’tir gidiyor. Orta mektepte okuduğum bazı mecmualardan kalma bilgi kırıntılarına bunlar da eklenince Ziya Gökalp kafamda efsaneleşti. Masal kahramanı oldu. Söylenenlerden bir heykel çıkardım ve zihnimde süsledim. Sonra bu heykeli beğenmedim, doğrusunu aramaya koyuldum. Bir iki kitap buldum, hep aktarma bilgiler. Olmadı… Öğrendim ki, Gökalp’in eserleri yeni harflere çevrilememiş. Eski harfleri öğrendim ve Gökalp’i okudum. Gökalp beni çıldırttı. Bu, siyasete başladığımın resmiydi…”
Şaban Karataş Hoca, doğum tarihinden de belli olduğu üzere Cumhuriyet’in ilk nesillerindendir. Ama bazıları gibi Batıcı ve inkârcı değildir. Yerli ve millî bir Türk aydınıdır. Yabancılaşmadan çağdaşlaşmak fikrine inanmış ve bu sebeple de kendi alanında Batı’nın en iyi üniversitelerinde ilim tahsil etmiştir.
Birden fazla yabancı lisan öğrenmiş, buna ilaveten Türk tarihinden, Türk-İslam medeniyeti eserlerinden ve Türk kültüründen, yüce dinimiz İslam’ın engin muhtevasından da aldığı feyz ile millî tarih şuuruna bağlı ve milletimizin özlediği örnek bir Türk aydını vasfını kazanmıştır.
Millet iradesine saygılı ve Cumhuriyet’e son derecede bağlıdır. Ama Kemalist değildir. Bu konuda Atatürk’ün Büyük Nutku’ndaki sözlerinden de yola çıkarak şöyle demektedir:
“Türk Milliyetçisi Mustafa Kemal Paşa olmasaydı Dumlupınar kazanılır mıydı, diye sormaz. Türk ordusu Dumlupınar’ı kazanmıştır. Bu sonuç Türk milletindeki hürriyet ve istiklal fikrinin ölmez abidesidir. Mustafa Kemal Paşa da bu milletin çocuğu ve o ordunun başkumandanı olarak ebediyete kadar mesut ve bahtiyardır…”
Bir yılı aşmayan TRT Genel Müdürlüğü süresince, Türk milletinin varlığına kasteden bütün şer güçlerin, aşırı sol devrimcilerin, bölücü mihrakların akıl almaz hücumlarına maruz kalmış, ama bir iman kalesi gibi yılmadan, yorulmadan TRT yayınlarının gerçek anlamda millî bir muhteva kazanması için olağanüstü çaba sarf etmiştir.
Danıştay kararı ile atama kararnamesi iptal edilinceye kadar gecesini gündüzüne katarak çalışıp TRT’yi Türk milletinin gerçek manada bir sesi yapma konusundaki şuurlu hizmet ve gayretlerinden bir an olsun geri kalmamıştır.
Rahmetli hocayı daha sonra 16. Dönem Konya Milletvekili olarak TBMM’de görüyoruz. O yıllarda Türk milletinden aldığı vekâleti layıkıyla kullanamayan ve birtakım muhtıra ve benzeri müdahalelere sessiz kalan siyasetçilerle ilgili hükmü şöyledir: “Bunlar, analarından korkak doğmuşlar.”
1980’den sonra en büyük hayali İstanbul’da Bezm-i Alem Valide Sultan Hastanesi merkez olmak üzere bir Bezm-i Alem Üniversitesi kurmaktı. Fakat devrin muktedirleri Şaban Hoca’nın fikir ve inanç kimliğinden dolayı buna imkan ve fırsat vermediler.
Ankara’da yaşadığı yıllarda uzun süre Ankara Aydınlar Ocağı’nı bir fikir ve irfan merkezi hâline getirerek bu sahada da büyük hizmetleri olmuştur.
Her hafta sonu tanınmış fikir adamlarını, siyasetçileri, bürokratları Ankara Aydınlar Ocağı’na davet ederek bu zengin fikir sofrasından bizim de nasiplenmemizi sağlardı.
Esasen Merhum Şaban Karataş Hoca’m ve yaşıtı bir avuç Türk aydınının(Merhum Prof. Dr. Turan Yazgan, Merhum Seyyid Ahmet Arvasi, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Merhum Galip Erdem, Merhum Prof. Dr. Erol Güngör, Prof. Dr. Mustafa Kafalı vb.) bizim neslimizin fikrî şahsiyetimizin oluşmasında ve mücadele azmimizin kuvvetlenmesinde çok önemli yerleri olmuştur.
Yanlış hatırlamıyorsam 1987 veya 1988 Ramazan ayında Klasik Türk Musikîsi’nin zirve sanatçılarından Merhum Bekir Sıtkı Sezgin Bey’i Ankara’ya bir konser vermek üzere davet etmişti. O tarihlerde Devlet Bakanı olan Sayın Cemil Çicek Bey’in de aralarında bulunduğu seçkin ama az bir dinleyici topluluğu vardı. Salon oldukça tenhaydı. Merhum Şaban Hoca bu duruma sitemini şöyle bir zarif ifade ile dile getirdi: “Anlaşılan Ankara’mız henüz Klasik Türk Musikîmizin kıymetini anlayacak noktaya gelememiş.”
Daha sonraki yıllarda merhum Aydın Menderes Bey ile beraber Refah Partisi saflarına katıldı. 28 Şubat muhtırası karşısında yine siyasetçiler dik duramayınca Refah Partisi’nden de istifa etti ve 19 Mayıs 1998 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi saflarına katıldı.
Merhum Şaban Karataş Hoca, 2007 yılından itibaren tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm oldu. Ziyaretlerimizi, mümkün olduğunca devam ettirdik.
Esasen gençlik yıllarından itibaren, Türk Milliyetçiliği idealinin yılmaz bir savunucusu idi. Her ziyaretine gidişimizde sağlık durumu ile ilgili hiçbir şikâyetine şahit olmadık. Daima Türk milletini, Türk-İslam Dünyası’nı ve bunların geleceğini konuşur, milletimizin varlığına ve birliğine yönelen tehdit ve şer güçlere karşı millî birliğimizi, Türk tarihinin enginlikleri ve yüce dinimiz İslam’ın tevhid inancı üzerine bina etmemiz gerektiğini söyler ve bunun için de “Şuurlu, imanlı ve vatansever nesiller yetiştirmeliyiz.” derdi.
Vatanına son derece bağlıydı. Kızı Meltem Hanım, Amerika’daki üniversite görevinde olduğu için zaman zaman Şaban Hocamızı birkaç aylığına da olsa ABD’ye götürürdü ve her seferinde merhum Hoca’nın “Ben gâvur ellerinde ölmek, buralara gömülmek istemiyorum. Beni vatanıma götürün.” ısrarları üzerine çok geçmeden onu Türkiye’ ye getirirlerdi.
Uzun yıllardır devam eden rahatsızlığı süresince yanından bir an olsun ayrılmayarak bütün hizmetlerini gerçek bir Türk Hanımefendisi olarak, bizzat müstesna bir eş sadakati ve adeta bir anne şefkatiyle yapan muhterem eşi Hayriye Anne’ye (Muhterem Hayriye Karataş Hanımefendi kendisine böyle hitap etmemizi ister.) ve aile fertlerine başsağlığı diliyoruz. Sayıları gittikçe azalan bu müstesna insanlardan Şaban Karataş Hoca’mızın Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
Efendi Barutcu